“En önemlisi teknoloji. Türkiye’nin bu şekilde verimliliğini artırabilir. Küreselleşme nasıl değişecek? Küreselleşmeyi Avrupa mı, Amerika mı, yoksa Asya’ya mı şekillendirecek? Global iş bölümü nasıl değişecek bilmediğimiz için Türkiye’nin kurumları çok daha esnek olmalı.”Prof. Dr. Daron Acemoğlu gözünün ucuyla saatine bakıp uçağı kaçırmamak için endişelenirken kapitalizmin kendini yeniden doğurduğu bir dünyada Türkiye’nin ivedilikle atması gereken adımları böyle sıraladı. 1990’lardan beri akademik camiada yazıp çizdikleri ve düşünceleriyle, 1970’lerde Douglass C. North’un açtığı yeni kurumsal iktisat izinden giderek bu sorunun cevabını aramıştı. Sohbetimiz esnasındaki acelesi ve heyecanın sebebi de Simon Johnson ve James A. Robinson’la yapmış oldukları çalışmaların meyvesi 2024 Nobel Ekonomi Ödülü’nün sonucuydu. Türkiye’ye üçüncü Nobel’i getirmeden saatler önce Inc. Türkiye Economy MasterClass etkinliğinde ağırladığımız Acemoğlu’nun fikir dünyasına dalıp Türkiye’yi gelecek 15 yılda nelerin beklediğine bakalım.Inc. Türkiye Economy MasterClass sahnesinde konuşan Acemoğlu’nun Türkiye için yazdığı reçete:“Türkiye değişimden geçiyor. 10 sene boyunca faizleri çok düşük tuttu. Hâliyle hiperenflasyon tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Yanıt olarak da ortodoks yüksek faiz politikasının gelmesi normal. Fakat asıl mesele bunun ne kadar sürdürülebileceği. Türkiye yapay zekâ, yaşlanan nüfus, iklim değişikli gibi gelecekte bizleri sınayacak fenomenleri gözeten yatırımlar yapmıyor. Verimlilik de çok düşük. Odağa verimliliği almak zorundayız.”NOBEL’E GİDEN YOLUlusların Düşüşü: Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun KökenleriEserleri en çok atıf alan 10 iktisatçıdan biri olan Acemoğlu, daha 2005’te Nobel Ekonomi Ödülü'nün habercisi John Bates Clark Madalyası’na layık görülmüştü. 2007’de politika, sanat ve bilim insanlarını bünyesinde barındıran Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi’ne seçilmişti. Acemoğlu nihayet bu yıl kurumsal iktisat ve kalkınma ekonomisi alanlarında James A. Robinson ve Simon Johnson’la yaptığı çalışmaları için Nobel’le ödüllendirildi.Acemoğlu’nun geniş kitlelerce tanınmasını sağlayan ilk eseri, 2012’de James A. Robinson’la kaleme aldığı ve Türkçeye Ulusların Düşüşü: Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri olarak çevrilen kitabıydı. Ekonomik kalkınmanın siyasi kurumlarla ilişkisini anlatan bu çalışma Nogales’ın hikâyesiyle açılıyordu. Ortasından bir çitle ayrılan bu şehrin kuzeyi ABD sınırları içinde yer alırken güneyi Meksika’da bulunuyor. Coğrafyası, iklimi, halkı bile aynı olan bu kentin iki kısmı arasındaki farksa gelişmişlik düzeyleri. Peki bu fark neye dayanıyor? Cevap uygulanan tüm ekonomik, politik, kültürel düzenlemeleri kapsayan kurumlarda.Kitap tarihsel kurumsalcılık teorisinden besleniyor ve süreklilik vurgusu yapıyor. Ekonomik gelişim üzerinde kurumların belirleyici bir etkisi olduğunun altını çizen eser kapsayıcı ve dışlayıcı yapılar arasındaki farkları sıralıyor. Birkaç örnekle açıklamak gerekirse demokratik sistemler, hukukun üstünlüğüne dayalı yargı ve sınıf farkı gözetmeksizin tüm vatandaşlara eşit ulaştırılan eğitim hizmetini kapsayıcı kurumlar olarak ele alabiliriz. Bunun yanında tek parti sistemi ya da diktatörlük, oligarşik ekonomik yapılar ve feodal yapılar da dışlayıcı kurumların en tanıdık örnekleri.Elbette yolu Nobel’e çıksa da Acemoğlu’nun fikirleri de kimi eleştirilerden azade değil. Bu akademik ve politik tartışmaları bir kenara bırakıp kitap özelindeki eleştirilere odaklanacak olursak şöyle özetlemek mümkün: Yazarların kalkınma için sadece kurumların önemli olduğu yönündeki argümanları temellendirirken kullandığı karşılaştırma nesnelerinin ardında yatan kültür, coğrafya veya politika hataları gibi diğer açıklamaları göz ardı etmeleri eserin en büyük yapısal sorunu olarak ele alınıyor. Yarısı Meksika’da yarısı Amerika’da bulunan Nogales’ın iki yakası arasındaki farka dair çıkarımlarından dünyanın genelini kapsayan bir genellemeye varmaları problemli görülüyor. Diğer yandan iki ekonomistin kurumsal yapıları tüm ekonomik, politik ve sosyolojik sorunların nedeni olarak görmelerini aşırı determinist bulan bir eleştiri de söz konusu. Son olarak, dışlayıcı kurumlara sahip ülkelerin gelişmediği tespiti tek başına doğru olmasına rağmen, bu ülkelerin neden yapısal değişimler yapmakta zorlandığını açıklamakta ve etkili bir çözüm ortaya koyamakta yetersiz kaldıkları şeklinde yapılıyor. Dar KoridorAcemoğlu’nun yine James A. Robinson’la 2019’da çıkardığı ve Türkçeye Dar Koridor: Devletler, Toplumlar ve Özgürlüğün Geleceği olarak çevrilen eseri ilk çalışmayı tamamlar nitelikte. Başlıkta yer alan dar koridor, güçlü devletle güçlü toplumların arasında kalan ideal bölgeyi temsil ediyor. Kitap gelişmiş ülkelerin ortak özelliği olarak devlet ve toplum arasında kurdukları dengeyle bu dar koridorun içinde hareket edebilmeleri olduğunu ileri sürüyor ve dar koridorda ilerleyebilmenin yabana atılmaması gereken bir meziyet olduğuna değiniyor. Zira devletin mutlak gücü söz konusuyken toplum yeteri kadar özgür olamaz, kişisel hak ve özgürlükler ihlal edilir. Bu yüzden devletin despotlaştığı toplumların ekonomik gelişimi sekteye uğrar. Hatta devletin sınırsız gücü canavar Leviathan simgesiyle özdeşleştirilir. Diğer yandan eğer devlet çok güçsüz ve toplum çok güçlüyse toplumun sınırsız özgürlüğü devletin otoritesini gölgeler ve anarşi baş gösterir. Bu toplumlarda sosyal düzen, normlar aracılığıyla tesis edilir. Normlar toplumsal düzeni koruyup savaşların önüne geçebileceği gibi kontrolsüz krizlere de yol açabilir. İşte bu iki uç durumun dengelendiği yer dar koridordur. Bu koridorda sınırsız güce sahip Leviathan’ın toplum tarafından kontrol altına alınması amaçlanır. Bir ülkenin dar koridora girmesi yetmez, aynı zamanda burada kalması gerekir. İktidar ve TeknolojiDevlet antropolojisi perspektifinden farklı ülkelerin sahip olduğu iç ve dış dinamikleri göstererek dünya üzerindeki eşitsizliğin cevabını sunmaya çalışan Acemoğlu’nun son çalışmasıysa Simon Johnson’la kaleme aldığı ve Türkçeye İktidar ve Teknoloji: Teknoloji ve Refah Üzerine Bin Yıllık Mücadelemiz olarak çevirilen çalışması. Kitap, teknolojinin her zaman toplumun geneli için eşit faydalar sağlamadığını, aksine çoğu zaman iktidar sahipleri tarafından kâr ve gücü artırmak için kullanıldığını savunuyor. Aslına bakarsanız teknolojinin toplumsal eşitsizlikleri derinleştiregeldiği iddiası yersiz değil. Sonuçta Sanayi Devrimi’ndeki makineleşme yalnızca işçi sınıfını olumsuz etkilememiş, toplumsal refahın geniş kitlelere ulaşmasını da engellemiş miydi? Benzer şekilde günümüzde de yapay zekâ ve otomasyon gibi teknolojilerin geniş kitlelerin iş güvencesini tehdit etmekle kalmayıp büyük şirket ve sermaye gruplarının çıkarlarına hizmet ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat yazarlar dünyaya hâkim olan kapitalist ekonomik düzen içinde tarihsel hataların tekrarlanmayarak gidişatın olumlu yönde evrilebileceğini öngörüyor. Çünkü elbette genel bir mutabakatla teknolojinin kapsayıcı bir şekilde kullanılması, yani toplumun geneline fayda sağlaması da mümkün. Bunun için yazarlar teknoloji yönetiminin adil ve demokratik olması, kurumsal reformlara gidilmesi gerektiğini savunuyor. Çözüm önerileri basit: Eğitime yatırım, işçi haklarının güçlendirilmesi, gelir eşitsizliğini azaltan politikalar ve güçlü demokratik yönetim modelleri. Kısacası değişim süreçlerinden dört başı mahmur çıkabilmek için Acemoğlu’na Nobel getiren çalışmalarında da kanıtladığı gibi güçlü kurumlar şart. Bakalım Türkiye kurumlarıyla sınavından nasıl bir sonuçla çıkacak?Bu yazı, Inc. Türkiye Kasım-Aralık 2024 sayısında yayınlanmıştır. Abonelere özel çok daha fazla içerik için şimdi size özel tekliflerimizi inceleyin!