Dijital ve çevrimiçi platformlar sayesinde görsel medya içeriklerinin üretim ve dolaşım hızı durmaksızın artarken popüler kültürün hayatlarımızdaki işlevi de değişiyor. Ne var ki bu dijital içerik zenginliğine zıt biçimde, eski analog dünyadaki neşe ve coşkumuzu kaybetmiş gibiyiz. Biz ki matbaadan radyoya, radyodan televizyona, televizyondan da internete ışık hızıyla hicret etmiş konar göçerleriz, nedendir bu yeni içerik cennetindeki memnuniyetsizliğimiz? Sanki tüm bencil, hazcı, egoist zevklerimiz bir dopamin direnciyle duyarsızlaşmış ya da bilinç dışı bir otosansürle körelmiş.Salgınlar, savaşlar, politik gerilimler, ekolojik ve ekonomik buhranlardan dem vuran duygusal distopyalarımızı, makro senaryoların kaçınılmaz mikro sahneleri olarak yorumlayan ve sorumluluğu bireyden ziyade düzene yükleyen sıkıcı ve kolaycı toplumsal analizler uçuşuyor etrafımızda. Peki biraz da “yanımıza” ve “içimize” mi baksak acaba?Ay’a atılan ilk adımı hatırlıyor musunuz?Eskinin kitlesel, yerleşik ve ekümenik medya hanedanlıkları günümüzde yerini sözde ademi merkeziyetçi ve kişisel yeni dijital platformlara bırakıyor. Dilediğin zaman, dilediğin yerde ve dilediğin kadar vaadiyle en tepeye kullanıcı deneyimini koyan ve OTT (over-the-top) olarak anılan bu çevrimiçi içerik platformlarının medya tüketimine etkisi, kabloyu kes (cut-the-cord) etkisi olarak da tanımlanıyor. Geleneksel, merkezi, kitlesel ve senkronik eski düzenin aksine bu yeni dijital düzen, medya tüketimini kitleselden kişisele ve senkronisiteden asenkronisiteye dönüştürüyor. Halbuki Ay’a atılan ilk adımı, Live Aid konserlerini, olimpiyatları, dünya kupalarını, MTV’yi, Eurovision yarışmalarını hep birden ve büyülenmişçesine takip ettiğimiz o günler aslında çok da eski değil. Ne var ki artık ortak duygular ve olaylar etrafında birleşen milyarlarca insandan geriye pek de eser kalmadı. Günümüzde Netflix, Prime, Disney+, Exxen, BluTV gibi platformlarda daha zengin, daha özgür ve daha kişisel içeriklere erişimi gitgide kolaylaşan tüketiciler, bu yeni evrende sanki zoraki bir alışkanlıkla vakit harcıyor gibi. Geçtiğimiz yüzyılda kitlesel iletişim araçlarıyla genişleyip sanat, eğlence, spor ve moda gibi popüler kültür bileşenleriyle biçimlenen kamusal alan olgusu, çağımızın dijital ve asenkronik medya düzleminde radikal bir değişim geçiriyor. Bu metamorfoz “kamusal” ve “alan” tanımlamalarına ek olarak “popüler” ve “kültür” tanımlamalarını da dönüştürüyor. Geleneksel kitle iletişim platformlarının yerini almaya başlayan daha parçalı ve eklektik dijital platformlar, tüketici verisine dayalı algoritmalarla oldukça öngörülebilir mikro segmentler yaratıyor. Bu yeni mikro segmentlerde bir yandan seçenek bolluğuna ve kolay erişime kavuşan tüketiciler, diğer yandan çevreleriyle yaşadıkları senkron kaybı sebebiyle popüler kültür deneyimlerinin kolektif ve sosyal boyutlarını kaybediyor.Asenkronisite ne ifade ediyor?Yaklaşık 25 yıl önce Alan R. Dennis ve çalışma arkadaşlarının geliştirdiği Medya Senkronisitesi Teorisi (MST) çağımızın iletişim ve medya süreçlerine de farklı bir bakış açısı sunuyor. İletişimde kullanılan medyanın topluluk açısından işlevlerini, bilginin aktarımı ve yakınsama hedefleri üzerinden tanımlıyor. Kurama göre kullanılan medya, senkronisiteyi ön planda tuttuğunda, yani aktörler belirli bir içerikle eş zamanlı olarak etkileşime girdiğinde, dolaşan ve üretilen bilgiler zamanla birbirine yakınsıyor. Asenkronisite arttığında, yani bireyler farklı bilgi parçacıklarıyla farklı zamanlarda karşılaştığındaysa, dolaşan ve üretilen bilginin miktarı ve çeşitliliği artarken fikir birliğine varma olasılığı düşüyor. Zira senkronisite olmadığında aktörler arası eşzamanlı geribildirim etkisi ortadan kalkıyor. Yeni medya evreninde büyük yer tutan OTT platformlarında bolca içerik üretiliyor fakat mikro segmentlerde asenkron bir biçimde tüketiliyor. Bu bağlamda, medya tüketiminde sosyal çevrenin eş zamanlı geribildirimleri azalırken algoritma tabanlı kişisel öneri listeleri belirleyici oluyor. MST’yle altı çizilen eşzamanlı geribildirimin yerini, henüz tam alışmadığımız Türkçesiyle algoritma tabanlı ileribildirim, İngilizcesiyle feedforward mekanizmaları alıyor. Bir bakıma tüketicileri içeriklere doğru çeken değil, onları içeriklere doğru iten bir süreç gelişiyor. Böyle asenkronik bir ortamda anlam ve değer setlerindeki mutabakat zayıflıyor. Bu da mikro yankı odalarına sıkışmış yığınlardan ortak fayda bilincine sahip bir toplum inşa etmeyi zorlaştırıyor. Kitlesel iletişimin popüler kültürle beslediği kamusal alanın eksikliği, günün sonunda psikolojik iyiliği zedeliyor. Guy Debord’un Gösteri Toplumu’nda insanı kalabalıklarda yalnızlaştırdığı iddiasıyla eleştirdiği kitlesel iletişimin yerini çağımızda, yalnızlıklarında kalabalıklaşan insanlar yaratan sosyal medya almış durumda. Dahası NFT, e-spor, ev sineması gibi teknolojiler de sanat, spor ve eğlence gibi kitlesel motivasyonu yüksek popüler kültür deneyimlerini daha bireysel hâle getiriyor. İnsan, sosyal evrimi gereği hâlâ bir düzeyde kolektif deneyim ve aidiyet ihtiyacı duysa da modern hayat buna yeterince cevap ver(e)miyor. Kolektif deneyim vaad eden yaratıcı endüstrilerin bu toplumsal ilham ve temaşa ihtiyacına uygun kitlesel ve senkronik içerik üretimi, yakın gelecekteki bireysel ve toplumsal esenliğimiz bakımından önem taşıyor. Psikolojik, sosyal, ekonomik ve ekolojik pek çok krizin gitgide derinleştiği bu bireysellik çağı, veri ve teknoloji tabanlı girişimciliğin toplumda katma değer yaratmanın her zamankinden daha önemli olduğu bir döneme kapı açıyor. Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.Çok daha fazlası için Inc. Türkiye bültenlerine kaydolun.