Geçtiğimiz birkaç yıldır sonunu kendimizin belirleyebildiği kitaplar yayınlanmaya başlandı. Hatta Netflix’te yayınlanan Bandersnatch, bu akımın film alanındaki ilk örneği oldu. Filmi izlerken kumanda elimizde, arkadaşlarla hangi yol ayrımından gidelim diye tartışarak filmin akışını beraber belirlediğimiz, sohbet ederek izlediğimiz keyifli bir dünya… Film o kadar merak uyandırmıştı ki bazı kişiler filmi farklı yolları takip ederek defalarca izlemişti. Dahası bir kısmı genel merakı gidermek için bloglar ve sosyal medya üzerinden tüm senaryoları paylaşmıştı. İkinci, üçüncü, dördüncü… Birçok defa yeniden izleme ve tercihlerimizi değiştirerek sona yön verme şansı, kulağa ne kadar güzel geliyor değil mi? Keşke gerçek hayatta da böyle bir şansımız olsa. En azından şimdilik teknoloji o seviyede olmadığı için zamanda yolculukla geçmişteki veya gelecekteki hâlimizin bizi ziyaret etmesi ve bize geçmiş hayallerimizi hatırlatması, gelecekteki hâlimize dair bilgi verip kendimize yön vermemizi sağlaması mümkün görünmüyor. Yine de hayal kurmak serbest… 10 yıl önceki hâliniz sizi ziyarete geliyor ve şu cümleleri kuruyor: “Benim bir hayalim vardı, hatırlıyor musun? Hayallerimi gerçekleştirmek için ne gibi adımlar attın? Nasıl zorluklarla mücadele ettin? Yoksa pes mi ettin? Zamanın ve içinde bulunduğun durumların seni sürüklemesine izin verip hayallerinin peşini bıraktın mı?”Sonra, 10 yıl sonraki hâliniz ziyarete geliyor. Size ne demesini tercih edersiniz? “Sana çok teşekkür ederim. İyi ki hayalinin, kendin için belirlediğin vizyonunun peşinden gittin ve o kararları aldın, mücadele ettin. Senin sayende hayal ettiğim noktadayım.” demesini mi istersiniz yoksa “Benim için bir hayal kırıklığısın. Senin yüzünden her gün istemediğim bir hayata uyanıyorum.” demesini mi?Hayatta verdiğiniz kararları, attığınız adımları dikkate aldığınızda, sizce gelecekteki hâliniz hangisini söyleyecek? Hayatınıza ne yön veriyor?Bu soruya vereceğiniz yanıt, hayatınızda “saat paradigması”nın mı yoksa “pusula paradigması”nın mı egemen olduğunu gösteriyor. Eğitimci ve yazar Stephen Covey, hayatımıza soktuğu bu kavramla bize çok önemli bir perspektif sunuyor. Saat paradigması zamanımızı meşgul eden tüm günlük faaliyetleri temsil eder: Taahhütler, görevler, hedefler… Vaktimizi nasıl harcadığımızı gösterir. Pusula paradigmasıysa vizyonumuz, ilkelerimiz, misyonumuz, hayatta bizim için önemli olan şeylerle ilgilidir. Kim olduğumuz ve hangi yöne gitmek, kendimize nasıl bir gelecek çizmek istediğimizle ilgili. Elbette burada bir hayal dünyasında yaşamaktan bahsetmiyorum. Çok sevdiğim bir yöneticimin sıklıkla söylediği gibi, “Evren hareketi alkışlar, düşünceyi değil.” Aslında kendimize bir pusula belirleyip disiplinli ve istikrarlı bir şekilde çalıştığımızda hedeflerimize, hayallerimize ulaşabiliriz. Fakat çelişki şu ki çoğu zaman saatin pusulayı yönetmesine izin veririz. Acil işlerin önceliğe geçmesine, tüm vaktimizi almasına ve bizim için öncelikli olan konuları geri plana atmasına müsade ederiz. Özellikle günümüzün hızlı değişen ve bizi sürekli “günü yakalamaya” iten dünyasını ve sosyal medyanın bizi içine çekmeye çalıştığı dünyayı düşündüğümüzde bu hataya düşmek ne kadar kolay, değil mi? İşte bu yüzden, arada bir kendimize, “Pusulam neyi gösteriyor?” diye sormaya, saat ve pusula paradigmasını hatırlamaya ihtiyacımız var. Attığımız adımların, bu bağlamda bize hizmet edip etmediğini ancak bu şekilde anlayabiliriz. Peki bu nasıl mümkün? İşte birkaç ipucu. Geleceğiniz için çizdiğiniz bir vizyon, kurduğunuz bir hayal var mı? (Yoksa durum vahim, saat paradigmasının ta kendisisiniz demek oluyor.)Verdiğiniz kararlarda geleceğe dair vizyonunuzu ve hayalinizi dikkate alıyor musunuz? (Yoksa sizi konfor alanınızda kalmaya iten seslerin, yani sabotörlerin etkisinde mi kalıyorsunuz?)Kendinizi sıkışmış hissettiğiniz durum veya konulara farklı bakış açılarıyla yaklaşabiliyor musunuz? Kaçındığınız duyguları deneyimleyecek cesaretiniz var mı? (Yoksa bunları deneyimlememek için sizi hep tam tersi yöne götüren kararlar mı alıyorsunuz?) Bu sorulara verdiğiniz her “Hayır” yanıtı, başrolde olmadığınız bir dünyayı gösteriyor. Üstelik her bir hayır yanıtı, size 10 yıl sonra “Keşke” olarak geri dönecek. Şu an, geleceğinize mektup yazmak için mükemmel bir an. Haydi, gelecekteki kendinize, hayallerinize ve hedeflerinize dair mektup yazın. (“Mektup mu kaldı?” demeyin, günümüze uyarlanmış bir sistemden bahsediyorum.) Böylece yol haritanızı çizin, başrolü oynayın ve hikâyenizin sonunu kendiniz belirleyin. Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.Çok daha fazlası için Inc. Türkiye bültenlerine kaydolun.