Haftasonu The New York Times dijitalde klinik psikiyatri profesörü Richard Friedman’ın Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) hakkında yazmış olduğu harika makaleyle karşılaştım. Yazar, bu makalesinde kişilerin rutin görevlere karşı toleranslarının düşük olması ve sürekli "yenilik" arama hâli olarak tanımlanan Dikkat Eksikliği Bozukluğu’na (DEB) odaklanıyor. Amerikalı çocukların yüzde 11’inde, Türkiye’deki çocukların ise yaklaşık yüzde 13’ünde görülen DEB, aslında hiç de yabancı olmadığımız DEHB’nin hiperaktivite belirtilerinin görülmeyen hali. Friedman, çocuklarda yaygın olan bu durumun evrimsel bir avantaj yaratabileceğine inanıyor. Çünkü DEB’li bireylerin modern dünyanın karakteristik özelliği olan düzenli yapısı karşısında sabırsız ve huzursuz olduğunu, böylelikle yeni ve heyecan verici deneyimlere çekildiklerini belirtiyor.Yazar bu durumu işindeki rutin görevleri çok sıkıcı bulan ve tatmin olamayan bir hastasınının tecrübelerinden yola çıkarak şu şekilde açıklıyor: "İstifa etti ve bir startup’a geçti. Yeni işi sürekli yolda olmasını, yani ortam değişikliğine uyum sağlamasını gerektirdiği için şu an çok daha mutlu. İşin ilginci DEHB semptomları da yok oldu."Eminim bu cümleler birçok girişimci için kulağa oldukça tanıdık geliyor. DEB'si olduğundan şüphelenen herkes için de kesinlikle bir şeyler ifade ediyor. Bir çoğumuz DEB’den dalga geçerek bahsediyoruz. Çünkü bir göreve zamanında odaklanabilme, ilgimizi çok da çekmeyen bir projeyi, yazıyı ya da kitabı bitirme konusundaki beceriksizliğimizin belirgin işaretlerinin farkındayız.DEB ile ilgili en komik şey ise semptom gösteren insanların eğitim hayatlarında başarısız oldukları, öğrenme zorluğu çektikleri ve hayatla hep bir mücadele içerisinde olduklarına dair varsayımlar. Bunun tam tersinin de doğru olabileceğinin ortaya çıkacağını kim bilebilirdi ki? Eğer DEB’ye sahipseniz ya da belirtiler gösterdiğinizi düşünüyorsanız, iddia ediyorum benim hikâyemi duyduğunuzda hem kendinize hem de DEB’ye bakış açınız değişecek.Şuan 46 yaşındayım ve 40 yaşıma kadar DEB’li olduğumu bilmiyordum. Upfront Ventures'ta çalışmaya başladığım zaman ilk kez asistanım bana DEB'li olduğumu söyledi. O güne kadar kimse bana bundan bahsetmemişti. O an kafamda DEB ile ilgili tüm klişeler uçuşmaya başladı. Tabii ki ben de gülüp geçtim. Sonra asistanımın bana Dikkat Dağınıklığından Kurtulmak adlı kitabı hediye etmesiyle hayatım değişti. Kitap, DEB’ye sahip başarılı yöneticilerin ve meşhur girişimlerin hikâyelerinden bahsediyor. Kitapta DEB’nin karakteristik özellikleri konulu uzun bir test vardı. Tahmin edin kim yüzde 90’ına evet dedi.İşte o sorulardan bazıları:Gündelik görevlere odaklanamamakBirçok şeyi aynı anda yapmak Çoğu zaman işin yüzde 80’ini bitirip kalan yüzde 20’sini tamamlayamayacak kadar sıkılmak Bayık toplantılarda yerinde duramamakTartışmacı olmak Görüşmelere geç kalmak Hızlı araba kullanmak Yiyecekleri çok tuzlu ya da şekerli tüketmekSinemada, tiyatroda veya sınıfta uzun süre oturamamak Aynı anda beş veya altı kitap okumak ama hiç birini bitirememek Bu liste böyle uzar gider… Bu test zihnim için bir oyun kitabı gibiydi. Karım listeyi okuduğu an hayrete düştü. Sonunda beni anladığını hissetmişti. Şimdi neden restoranda uygun masaya oturana kadar rahatlayamadığımı ya da kalkmaya hazır olduğum anda ("Afakan bastı. Sandalyeye çakıldım kaldım. Kafam çoktan çıktı gitti.") hesap gelmediğinde neden kavgacı bir tipe dönüştüğümü biliyordu. Artık filmlere kendimi tam kaptıramadığımda sinemada neden kıpırdandığımı anlıyordu. Ya da param olmasına rağmen neden faturalarımı düzenli ödeyemediğimi…Meğerse bunca yıldır farkına bile varmadan birçok başa çıkma yöntemi geliştirmişim. Mesela işin yüzde 80’ine geldiğimde pes etmeye meyilli olduğumu bildiğimden tüm çevremi iş bitirici insanlarla donatmışım. Tabii ki işi yüzde yüz bitirmenin önemini biliyorum! Ama bu kitabı okuyana kadar bu davranışlarımdan dolayı kendime çok kızardım. Ayrıca bir yeteneğim olduğunu da biliyordum. Sadece bunu, ciddi zaman baskısı altında bir proje üzerinde çalışırken yaşadığım yaratıcı çıkış anları olarak ifade etmekten başka şekilde tanımlayamıyordum. Hatta bu olgu hakkında Aciliyet Bağımlılığı adlı bir kitap bile yazdım. Eğer bu durum sizde de varsa, okumaktan keyif alabilirsiniz. Vakit darsa istediğim ya da ihtiyaç duyduğum her şeyi başarabiliyorum.Kitap, klasik DEB’li olduğu düşünülen JetBlue kurucusunun SouthWest Havayolları’ndaki ilk günlerinden başlayıp bu işyerinden neden ayrılmak zorunda kaldığına kadar geçen süreyi bizlere anlatıyor. Bomboş meselelerin konuşulduğuna inandığı toplantılarda ansızın patlayıp vakitlerini boşa harcadıklarını haykırıyormuş. Ya da büyük fikirler ortaya atıp hemen o an bir dönüşüm yaratmaya çalışıyormuş. Bunları okurken başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ben de her zaman toplantılarda zorlanıyorum ve sıklıkla Tourette Sendromu geçiriyormuş gibi hissediyorum. İnsanlar ayan beyan ortadaki meseleleri yavaş yavaş ele alıp herhangi bir sonuca varamadıkça lafı ağzımdan kaçırana kadar kafamın içinde baskı arttıkça artıyor. Keşke yapmasam! Aslında geliştirdiğim başa çıkma yöntemleriyle bunu kontrol etmeyi öğrendim. Fakat birçok yatırımcı dostumun da toplantılarda benim gibi davrandığını fark ettim. "Hahh! Demek sende de DEB var. Kulübe hoş geldin."DEB’nin birçok başarılı CEO ve girişimciye yaratıcılık katan faydalı bir ortak özellik olduğunu fark ettiğimde daha iyi hissetmeye başladım. Yapmam gereken tek şey, DEB ile hayatımı nasıl daha iyi bir hâle getirebileceğimi öğrenmekti. Omuzlarımda kırk yılın yüküyle artık bende bir gariplik olmadığını biliyorum. Çocukları benim okulda yaşadığım sorunların aynısını yaşayan velilerin bu semptomlardan ve başa çıkma yöntemlerinden haberdar olduğuna eminim. Okuldayken matematik problemlerini hızlı hızlı çözüp sırama geçer diğerlerini beklerdim. O esnada sıkıntıdan kalemimin silgisini koparır önüme gelene fırlatırdım. Tahmin edeceğiniz gibi ders notlarımın hepsi pekiyiydi ama davranışlarım…Beni yakından tanıyanlar tuhaf atışmalardan hoşlandığımı bilir. Tamam tamam, tartışma diyebiliriz. Bunu hep mizacımın bir parçası olarak görmüştüm. Sonunda tüm davranışlarımın biyolojik ve evrimsel olduğunu fark ettim. Bu farkındalığı Daniel Amen’in İyileşen DEB kitabını okuduğumda kazandım. Meslekten olmayan biri olarak diyebilirim ki DEB, yavaş işleyen ön korteksten kaynaklanıyor (eğer doktorsanız yorumlarda herşeyi düzeltmekte özgürsünüz). Geç kalmak, baskı altında olmak, tartışmak ve kafein gibi ön korteksin uyarılmasını sağlayan her şey beyin fonksiyonlarının olması gerektiği gibi çalışmasına yardımcı olur. En azından bir cevap buldum.Geçen yıl kliniğe gittim ve beyin taraması yapmak için kanıma radyoaktif izotop konuldu. Psikolojik olarak DEB’li olduğum teşhis edilirken, beynimin diğer bölgelerinin güven duyma, risk alma ve yaratıcılık için programlandığını, dolayısıyla kendimi dengeli ve bütün hissettiğim de belirtildi. Bu arada DEB’li insanlar da konsantre olabilir ama sadece ilgisini çeken şeyleri keşfettiklerinde. Bu yüzden sevdiğim şeylerin derinine inmeye saatlerimi harcarken sıkıcı bulduğum bir konudan da saniyeler içinde kopabiliyorum. Başa çıkma yöntemleri olarak: Her zaman toplantılara bir deste kağıtla girerim. İlgimi çekmemesi halinde sunum yapanları sıkıştırmak ya da bir sürü soru sormak yerine genellikle not almaya başlarım. Bu notlar genellikle ileride yapacağım herhangi bir şey hakkında olur. Kulağa tuhaf geldiğinin farkındayım. Fakat DEB’li insanlar içinde bulundukları anı değil, ileride yaşanacak bir anı düşünürler. Mesela, genellikle film izlerken bir toplantı planlarım. Tartışmak ya da konuşan kişiyi bölmek yerine zihnimi arındırmak için sakince not almak arasında seçim yapacaksam her zaman ikinciyi tercih ederim. Tartışmaya yatkın biri olduğumun farkında olmak belirli durumlarda konuşmamam gerektiğini anlamama yardımcı oldu. Aslında bu bile başlı başına bir yardım.Bir işi bitirmekle görevlendirildiğimde, süreç yönetimini başkalarına devredip sadece yapmam gerekene odaklanıyorum. Mesela bir yazı yazmam, Excel üzerinde çalışmam, bir görüşmeyi kotarmam ya da plan yapmam gerektiğinde birinden beni takvim konusunda düzenli olarak kontrol etmesini istiyorum.Yemek ve uykunun büyük rol oynadığını da unutmayın. Özellikle de beslenme! Mesela şekerli bir şeyler yersem aslında b.ku yemiş oluyorum. Bunu yalnızca çocuklarınız olduğunda ve şekerli bir şeyler yiyince nasıl koşturmaya başladıklarını gördüğünüzde anlarsınız. Şekerli yiyeceklerden sonra zihnimin nasıl işlediğini takip etmeye başladığımda karşıma şu gerçek çıktı: Şeker kanıma karışır karışmaz kafamın içinde ansızın pinpon topları zıplamaya başlıyor. Şu zamana kadar karbonhidratı şekerle aynı kefeye koymuyordum. Fakat karbonhidratın hızla şekere dönüşüp aynı etkiyi gösterdiğini öğrenince işler değişti. Tabii ki bunu Amen’in kitabını okuyup kliniğini ziyaret ettikten sonra öğrendim. Karbonhidrat içeren (simit, mısır gevreği, yulaf… artık aklınıza ne gelirse) bir kahvaltı yaptığımda yorgun hissettiğimi ve karbonhidratın zihnime hiç de iyi gelmediğini deneme yanılma yoluyla öğrendim. Sabahları protein ağırlıklı beslenmeye başlayınca konsantrasyonum 10 kat arttı. Yeterince uyumazsam zihnimin daha dalgın olduğunu hissediyorum. Ama en azından önemli bir toplantım varsa ve uykusuzsam düşüncelerimin dağılmasını önleyebiliyorum. Eğer DEB’liyseniz bunun genetik yatkınlıktan kaynaklandığını da kesinlikle bilmeniz gerekiyor. Bu yüzden çocuklarımı yakından takip ediyorum. Gerçi eşimin sakin mizacından çok şey almışlar. İkisi de tahmin edebileceğiniz gibi öğretmenlerin gözdesi (ben tabii ki değildim). Araştırmalara göre çok yüksek oranda olmadığı söylense de, DEB’li bir kadınsanız, genetik olarak anneden kıza aktarımın diğer olasılıklardan daha güçlü olduğunu bilmelisiniz. Doktor olmasam da kitaptan edindiğim bu bilgiyi paylaşmadan edemedim.Özetle:Herhalde, DEB'min ve beyin dalgalarımın bu harika duruma sahip herhangi biriyle aynı olduğunu iddia edemem. Sadece bunun üzerine daha fazla okumanız ve bunun bir hastalık ya da başarısızlık olmadığını anlayıp daha iyi hissetmeniz için sizi cesaretlendirmeye çalışıyorum. Yapmanız gereken yalnızca kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacak şeyleri keşfetmek. Mesela bu benim için şeker ve karbonhidrattan uzak durmak, daha fazla başa çıkma yöntemi geliştirmek ve yeterince uyumaya çalışmaktan oluşan, yüzde 99,9 doğal çözümler. Ben de dikkat eksikliğinde ve hiperaktivite bozukluğu tedavisinde kullanılan şu meşhur ilacı denedim ama benlik değildi. Öte yandan, insanların ilacın mucizeler yarattığını paylaştığı birkaç belgesel izledim. Kısacası, bir doktora gidip sizin için en uygun yöntemleri keşfetmeye çalışmalısınız.Bol şans! Eğer beyniniz benim gibi çalışıyorsa tadını çıkarmaya bakın. Tüm avantajlarından faydalanın ve hedeflerinizle aranızdaki mesafeyi, kafası sizden farklı çalışan dostlarınızın yardımıyla telafi edin. İnsanların DEB’li olduğunuz için asla başarılı olamayacağınızı söylemesine sakın izin vermeyin. Emin olun tahmin edilenden çok daha kalabalığız. Not: Gerçekten DEB’liyseniz, büyük ihtimalle makalenin sonuna gelemediniz ya da biraz atlaya atlaya geldiniz. Hadi hadi, itiraf edin :) Son Not: Eğer neden redaksiyondan nefret ettiğimi merak ettiyseniz, şimdi biliyorsunuz. DEB’li biri olarak ne demek istediğimi anlatabildiysem bu benim için yeterli. Yeniden okuma ve düzenleme, iş bitiriciler içindir. Benim için değil! Peki neden yayından önce okuyup incelemesi için birine göndermiyorum? Çünkü bende dürtü kontrolü yok. Yazıyorum ve gönder tuşuna basıyorum. Benden sonrası tufan :)inc.com orjinal makale yayın tarihi: 4 Kasım 2014Bu makalenin orjinali Mark Suster’ın blogunda yayınlanmıştır, Both Sides of the Table.Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.