Her girişimci kendi kendini yontan bir heykeltraş gibidir. Avuçlarının arasındaki kil, yani başarısı kimi zaman sulu kalır, kimi zaman fazla kuru. Sabırla ilerlemesi gereken bu süreçte imdadına elindeki en keskin eğe yetişir. Girişimcinin eğesi de vizyonudur. Peki bu vizyon gökten zembille mi iner? Çıraklığını ailesinin yanında, ustalığınıysa kurucusu olduğu şirkette yapan girişimcilere göre keskin eğe, en güvendikleri bildikleri yerden geliyor. Yani aileden…DOĞDUĞUN EVDEN UFUK ÇİZGİSİNEÖzgün Akbayır Grandma’s Wonderland Kurucusu ve İşletmecisiTakvimler 1995’i gösterdiğinde, Özgür Akbayır’ın anne-babası, şehirden kaçmak için İstanbul yakınlarında bir yer aramaya koyuldu. Bugün üzerinde otel, restoran, üzüm bağı ve toplanma alanlarından oluşan Grandma’s Wonderland’in bulunduğu 86 dönümlük arazi bu arayışın sonunda bulundu. Görür görmez aşık oldukları bu araziyi satın alıp ömürlerinin geri kalanını geçirecekleri bir çiftlik inşa etmeye başlarlar. Akbayır ailesi Kayseri, Develili. Hâliyle üzüm ve bağcılık geleneğini atalarından edinmişler. Mekânın her bir köşesinde başta Kayseri’nin kozmopolit dokusu olmak üzere farklı kültürlerin izlerini görmek mümkün. Bir de Amerika ve Avrupa seyahatlerinde ilham aldığı çiftlik otellerinin. 2000’de New York’ta Fordham Üniversitesi’nde televizyon haberciliği alanında yüksek lisansını tamamlayıp Türkiye’ye dönen Akbayır, gazeteciliğe başlar.Ortadoğu’nun kaotik gündemi ruhunda sancılar yarattıktan sonra annesinin elleriyle dizayn ettiği sıcak yuvasına geri döner. Grandma’s Wonderland’in ilk dönüm noktası o zaman yaşanır. Akbayır’ın vizyonuyla buluşan mekân ikinci dönüm noktasını da Covid salgını döneminde yaşar. Özgün Akbayır işletmecilik çizgisini bakın nasıl anlatıyor: “ Vizyonumu doğduğum eve borçluyum. Maddi ve manevi her şeyin sıfırdan inşa edildiği bir evdi. Daha iyi bir yaşamdan anladığımız abartılı bir lüks değil, zenginleşen bir ufuktu. İmkânlarımızı daha fazla seyahat etmek ve doğaya dönüş için kullandık.” Ailesinden aldığı vizyonu bir adım ileriye taşıyıp kendi değerleriyle birleştiren Akbayır, “Ben hayallerimi ailemin hayallerinin üstüne kurdum. Annem 25 yıl önce bomboş bir araziye bakıp kocaman bir çiftlik gördü, babam onun vizyonundaki çiftliği inşa etti. Ben de sekiz yıl önce bu çiftliğe bakıp sürdürülebilir lüks ve sıfır atık anlayışıyla işleyen bir otel ve restoran gördüm.” diyor.DEDENİN FINDIK BAHÇELERİ DÜNYAYA AÇILDIĞINDASeyyare Sungur Fındık Ocağı Kurucu OrtağıFındık Ocağı, vizyonunu Karadeniz’in kendine has çetrefilli coğrafyasına, ilhamını da mücadeleci Karadeniz kadının cesaretine borçlu. Peki ya adını? Markanın kuruluş hikâyesini kurucu ortak Seyyare Sungur’dan dinleyelim: “ Fındık Ocağı ismini fındık ağacından alıyor. Karadeniz’de fındık bahçelerine ‘ocak’ deriz. Ocak kavramı bizde aileyi temsil eden bir semboldür. Kökü dedemiz, dalları ana-babamız ve uçlarındaki filizler de çocuklar, torunlar olarak bizler… Her bir ocak, bölgemizde fındıkçılığa emek veren aileleri simgeler. Yöre halkının dayanışmasının sembolü ocaklar, bizim için hem kültürel hem de sosyal bir öneme sahip. Hâliyle, Fındık Ocağı sadece bir ağacın adını taşımakla kalmıyor, aynı zamanda bir topluluğun birlik ve beraberliğini anlatıyor.” Osmanlı mülkiyet rejiminde ailelere verilen toprağın tasarruf hakkı “ocaklık” olarak adlandırılırdı. Gel zaman git zaman bu terim hukuki anlamını yitirip halk arasında birliği temsil eden bir anlam kazanmış.Şirketin adı gibi misyonu da köklerine dayanıyor. Sungur, “Dedemiz fındık bahçelerine sevdayla bağlıydı. Onun gözünde, bu topraklar sadece bir tarla değil, ailemizin geçmişinden gelen bir mirastı. Toprağa verdiği değer, bizlere de aşılandı. Biz de aynı tutkuyu taşımaya başladık. Kendimi bildim bileli fındık ve fındıkla olan hikâyemiz hayatımın temel taşı oldu.” diyor. Sungur için bu bir bayrak yarışı. Dedesinin elleriyle büyüttüğü, babasının Birlik Fındık fabrikasında kırdığı fındıklar bugün dört kız kardeşin elinde dünyaya açılıyor. Küçük bir kafeyle başlayan yolculuk, fındık filizleri gibi dallanıp budaklanmış. “Bugün iki şehirde üç şubeyle tüketiciye ulaşıyoruz. Ayrıca kendi kurduğumuz fındık işleme tesisinden üç kıtaya ihracat yapıyoruz.” diyen Sungur, sözlerini “Gelecek vizyonumuzsa fındıkla çikolatanın buluştuğu son teknoloji yeni üretim tesisimizle hikâyemizi daha da ileriye taşımak. Bu tesis aynı zamanda fındık müzesi ve deneyim alanı da içerecek. Hayallerimizi gerçekleştirmek için adımlar atıyoruz. İçinde bulunduğumuz sektörde ilerlemek için yeniliklere ve gelişmelere açık olmamız, işimizi büyütmemizde ve hedeflerimize ulaşmamızda kritik rol oynuyor.” diye bitiriyor.ZİHİNLER BİR OLUNCAFerit Uzunoğlu & Gudrun Wagner IdaMera KurucularıFerit Uzunoğlu ve Gudrun Wagner’in yolları, birbirinden habersiz, daha sürdürülebilir bir tarım ve yaşanabilir dünya için eğitim hayatına atıldıklarında kesişmiş. Ortak vizyonları onları sadece eş yapmakla kalmayıp IdaMera’yı da hayata geçirmelerine vesile olmuş. Döngüsel tarım metodolojisiyle hem çevreyi hem insanı hem de hayvanı koruyan, daha sürdürülebilir bir dünya hayaliyle yola çıkan ikilinin vizyonlarının ardındaki hikâyeyi dinleyelim. “ Edremit’te lise okurken, derste pencereden dışarıya bakıp hayal kuruyordum. Babamın bir önceki nesilden devraldığı işletmenin durumu pek iç açıcı değildi. Yavaş yavaş çöküşe doğru gidiyordu. Bu tabii beni ateşledi. Elimi profesyonelce taşın altına koymak istiyordum. Ziraat eğitimi için Viyana’ya gittim. Hocalarım kadar teknik gezilerde gördüğüm işletmeler ve çiftlikler de beni çok etkiledi.” diyen Uzunoğlu’na, Wagner şu sözlerle eşlik ediyor, “Organik sertifikalı bir otelde büyüdüm. Gıda hep ana konumuzdu. Otelin bahçesindeki çalışmalara yardım ederken hayvanlar, toprak ve bitkilerle çalışmanın bana ne kadar mutluluk verdiğini gördüm.”Birbirinden lezzetli mahsullerin yetiştiği IdaMera çiftliğinde hiç bir şey çöpe gitmiyor. Hasatta artığa çıkan zeytin yaprakları, sütünden envai çeşit ürün yapılan ineklere yem oluyor. İneklerin gübresi de yaprağını paylaşan zeytin ağaçlarına besin… Yaptıkları işin arkasında bir felsefe yattığını söyleyen Wagner, “Ürettiğimiz gıdaların yaşam için ‘yakıt’ olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla ürünlerin nasıl üretildiği ve işe bütüncül bakabilmemiz çok önemli. Çiftliğimiz aynı zamanda bizim yaşam merkezimiz, bu bizim temel felsefemizi oluşturuyor.” diyor. Uzunoğlu’ysa kendi adına bu felsefeye sahip olmasını onu Avusturya ekolünde yetiştiren ve hem yabancı dil hem de müzikle içli dışlı olmasını sağlayan annesine borçlu olduğunu söylüyor. “İlkokuldan sonra, mutsuz öğretmenlerin olduğu ortaokul ve liseye gittim. Tek aklımda kalan üniversitenin, bana hiçbir gelecek vadetmeyen Edremit’ten çıkış bileti olacağıydı. Sürekli burada kalmamamız gerektiği anlatılıyordu. Benimse paylaşamadığım bir mutluluğum vardı. Çiftlik kötü durumda da olsa bana hep heyecan veriyordu. Lise bittiğinde babam rahatsızlandı. Tarlalarımız teker teker satılmaya başladı. Her bir satış beni daha da tetikledi. Gudi’yle tanıştıktan sonra hiç durmadık, temel felsefemizden hiç ödün vermedik. İşimiz aynı zamanda yaşam tarzımız.” diyor. Bu felsefe onlarKÜLTÜRLER ARASI KÖPRÜEfe Önen PickerFresh KurucusuTürkiye’deki 4 bin ailenin çiftliğinden taze taze topladığı malzemeleri 24 saat içinde konserve hâline getiren PickerFresh, Akdeniz ikliminin lezzetini ve turşu geleneğini Amerikan sofralarına ulaştırıyor. Toprağa dokunarak büyüyen Efe Önen üniversiteyi Amerika’da okumuş ve işi okyanus ötesine taşımaya da o zaman karar vermiş. 2017’de henüz 25 yaşındayken kurduğu şirketinin hikâyesini şöyle anlatıyor: “ Aile işimizde, yani Euro Gıda çatısı altında çalışacağımı bilerek büyüdüm. Üniversiteden sonra şansımı Amerika’da denemek istedim. Türkiye’deki işimizde önemli bir rolde yer almak için daha donanımlı dönmem gerektiğini düşündüm. Farklı bir strateji izlemeliydim. Fransa’da bir konserve fabrikasında staj yaptım. Çalışanların birbirine duyduğu saygının ve takım olmanın önemini anladım. Üniversiteyken öğrenci değişim programıyla Çin’de Zhejiang Üniversitesi’ne gittiğimde fabrika fabrika gezip araştırmacı olarak görev aldım. İnsanların disiplini ve üretimin hızı beni çok etkiledi. Amerikan gıda ürünleri, Çin süpermarketlerindeki beklediğimden daha fazla yer işgal ediyordu. ABD’de girdiğim ilk işte anladım ki farklı topluluklar çok çeşitli gıdalar tüketiyor. Bir Amerikan markasının her coğrafyada yer edinebileceği vizyonuyla harekete geçtim.” Kendi yolunu çizme arzusuyla ilerleyen Önen’in en büyük mentörleri dedesi, babası ve amcası. Her biri farklı sektörlerde kendini var eden Önen ailesinin erkeklerinin izinden giden Önen, yedi sene gibi kısa bir sürede Pickerfresh ve Melis’i Walmart dahil Amerika’nın birçok perakende zinciriyle çalışan şirketler hâline getirdi. Yaklaşık 4 bin şubede, Türkiye’de üretilen gıda ürünlerini satıyor. Akdeniz mutfağının ve sebzelerinin kalitesini Amerikan tüketicisiyle buluştururken de yöre halkı için istihdam kapısı yaratıyor. Dünyanın farklı yerlerinde aldığı eğitim ve ailesinden gelen vizyonla hem Türkiye hem de Akdeniz bölgesi için değişim rüzgârını başlatan Önen’nin bir diğer ilham kaynağı, Chobani’nin kurucusu Hamdi Ulukaya. “Bir ürünü bulunduğu coğrafyaya uyarlayıp pazarlayabilmesi ilgimi çekmişti.” diyen girişimci, başarısındaki aslan payını babasına borçlu. “Tek çocuk olduğumdan ‘Oğlum uğraşma. Gel yanıma.’ diyebilirdi. Ama o bu yolculukta önümü açan ilk kişi oldu. Benim vizyonuma belki de benden çok inandı. Hakkını zor öderim.” diyor.“NE KLİŞE ROL MODEL” DEYİP GEÇMEYİNEfe Çelebi DentGroup Kurucusu ve Başkan Yardımcısı“ Geçmiş, gözlüklerini takmış, masada formüller yazıp çizen bir genç; bugün, binlerce küçük askerle savaşan dev bir insan. Gelecekse dünyayı gezen bir gezgin.” diyen Dr. Efe Çelebi 2006’da DentGroup’u kurdu. Ailesinin mesleki tecrübelerini devam ettirip “Diplomamı asar, hekimliğimi yaparım.” diyerek köşesine çekilmek yerine diş sağlığı hizmetleri veren bir zincir kurma hedefiyle harekete geçen Çelebi, “Başarılı girişimcilerin hayat hikâyelerinden hep etkilendim. Klişe gelebilir belki ama Apple’ın kurucusu Steve Jobs’ın dirayeti ve çabası beni hep derinden etkilemiştir.” diyor. Çelebi’nin Jobs hayranlığı daha lise sıralarındayken yeşermeye başlamış ve onu büyük hayaller kurmaya teşvik etmiş. Disiplin ve ve sıkı çalışma düsturunu ailesinden edinen Çelebi “Vizyon dediğimiz kavram sadece bugüne değil, yarına bakışımızı da şekillendiriyor. Kendimiz kadar kurduğumuz işletmeye de karakterini veriyor.” diyor.Bir vizyonu hayata geçirme konusunda kendisini en güçlü hissettiği anı ise yine lise yıllarına tarihliyor: “Üsküdar Amerikan Lisesi’nde öğrenciydim. Model Birleşmiş Milletler kulübünde delegasyon başkanı olarak Lahey’de, binlerce kişi önünde ilk kez konuştum. O gün kendime dedim ki, ‘İnsan istedikten sonra herşeyi yapabilir, başaranlar benden daha iyi değil. Denemeye cesareti olanlar ve başarısızlıktan korkmayıp yılmayanlar başarılı olur. Ne yaparsan yap, elinden gelenin en iyisini yap.’”BİLİNÇLİ YÜRÜ, SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAİlayda Ataoğlu Marsea Kurucusuİ layda Ataoğlu, Koç Üniversitesi’ndeki eğitimini tamamladıktan hemen sonra Los Angeles’ta yüksek lisans planları yaparken pandemi engeliyle karşılaştı. Bu beklenmedik gelişme üzerine rotasını yeniden belirledi ve Gaziantep’e ailesinin yanına döndü. Üniversitede işletme ve ekonomi bölümlerinde çift anadal, uluslararası ilişkiler bölümünde de yandal yapan, Amerikan Futbolu oynayan İlayda, öğrenci kulüplerinde de aktif olarak yer aldı. Eve kapanmak ona uygun olmadığından aile işine katkıda bulunmaya karar verdi. Ailesinin kimya şirketinin kapısını çalıp, “Size nasıl katkıda bulunabilirim?” diye sordu. Üniversitede edindiği bilgi ve becerilerle aile şirketini yeniden yapılandırdı. İlayda, “Çok güzel işler yapıyorlardı ve bunun üstüne daha büyük vizyonla katma değer sağlayabilirdim. Onlar kızıl denizde yüzerken ben mavi okyanus yaratmak istiyordum.” diyor.Salt bir kaynağı olmayan ilhamını İkigai felsefesiyle harmanlayan İlayda, “Ailemin şirketini geliştirmiştim ama asıl amacım döngüselliği sistemleştirerek sürdürülebilir değer yaratmaktı. Elimdeki kaynaklar neler, birey olarak ben nelere yetkinim, dünyada neye ihtiyaç var, ve ben nasıl bir çözüm üretebilirim farkındalıklarıyla sorular sordum. Yüzde yüz geri dönüştürülebilir, uluslararası standartlara uygun, vegan hammaddemizle ürünlerimizi ürettik ve böylece Marsea markası doğdu.” diyor. Marsea bünyesinde atık oluşturmadan, yüzde yüz geri dönüştürülebilir, 31-45 numara arası uniseks ve vegan sandalet ve terlikler üretiyor. Marsea’yla hedefleri büyük olan İlayda, “Re-Marsea programı sayesinde, yaşam döngüsünü tamamlayan ürününüzü alıp yeniden hammaddeye dönüştürüyor ve karşılığında indirim kuponu veriyoruz.” diyor ve ekliyor: “Bu hizmeti geliştirerek diğer markalara da sunmayı planlıyorum. Markaları çevreye duyarlı hâle getirmek, yeşil aklama yapmadan gerçek bir değişim sağlamak en büyük hedeflerimden biri. Müşterilerimize sadece bir terlik değil, değer sunuyoruz.”Bu yazı, Inc. Türkiye Haziran- Temmuz 2024 sayısında yayınlanmıştır. Abonelere özel çok daha fazla içerik için şimdi size özel tekliflerimizi inceleyin!