Yönetim kurulundan isteği çok netti: Şirketi bugüne kadar olduğu gibi tıkır tıkır yönetmeye devam etmemi istiyorsanız hisselerin yüzde 25’ini bana verirsiniz. Bu talebin sahibi Elon Musk, şirketse Tesla’ydı… Ocak ayının ortasında, Twitter olarak bildiğimiz şimdilerin X’inde şöyle yazmıştı: “Yüzde 25’lik kontrol hissesine sahip olmadığım sürece Tesla’yı dünyanın yapay zekâ ve robotik lideri hâline getirecek şekilde yönetmek içime sinmiyor.”Musk’a göbekten bağlı Tesla yönetim kurulunun bu teklifi geri çevirecek gücü hiç olmuş muydu, o da tartışılır tabii. Aynı durum SpaceX, X, Neuralink ve yeni yapay zekâ şirketi xAI için de geçerli… Sosyal medyadaki 169 milyon takipçisinin nezdinde, şirket hisselerinden elde edilecek ve maaşına artış olarak yansıyacak $60 milyar, Musk’ın dehasına sahip biri için normal görünebilir.Tıpkı Musk gibi, OpenAI’ın kurucusu, eski ve yeni [:)] CEO’su Sam Altman da kurulun ağzından hayır cevabını duymaya tahammül edemeyenlerden. Her ne kadar yönetim kurulu denen grubun görevleri arasında ara sıra bunu söylemek olsa da… Geçen yıl OpenAI’ın yönetim kurulu Altman’ın onayını almadan strateji değiştirmeye çalıştığında olanları hatırlıyorsunuzdur. Kendisine destek veren 700 çalışanı yanına alan şirketin milyar dolarlık yatırımcısı Microsoft’a gitmekle onları tehdit etmiş, tabiri caizse şirket içi bir darbeye kalkışmıştı. Tabii bu Altman’ın ilk fevri çıkışı değil. Birkaç yıl önce Y Combinator’ın ortakları, koltuğunun verdiği yetkileri ve imkânları şirketten ziyade kendi lehine kullandığı iddiasıyla başkanlıktan ayrılmasını istediğinde olanlar…Eskiden birileri “girişimci” dediğinde aklımıza bir şirket kuran ve yöneten insanlar gelirdi. Nereden nereye… Geçtiğimiz 10 yıl içinde, resmen iş liderinden çok birer tarikat lideri gibi davranan figürler görmeye başladık. Anlatmaya kripto suçlularından başlayalım: FTX’in kurucu ortağı Sam Bankman-Fried (SBF) ve Binance’in kurucusu Changpeng Zhao (CZ), Main Street’teki hayranlarını Wall Street ve Washington’a boyun eğdirebileceklerine inandırmıştı. Sayıları milyonları aşan ve nispeten çocuk sayılabilecek takipçilerinin gözünde kuralları yıkan birer “Kripto Biraderler” olarak nam salmışlardı. Takipçilerinin gözünde savaş açtıkları geleneksel finans camiasını, devlet kurumlarını ve itibari para tacirlerini de “kaka” olarak… konumlandırdılar. CZ ipsiz sapsız eleştirileri kadar, hayatınız pahasına elinizde tutun anlamına gelen ve kısaca HODL olarak ifade edilen kripto tüyolarıyla da meşhurdu. İşini, Bahamalar’da hem genel merkez hem de aşk yuvası olarak kullandığı mekânından yürüten, kriptonun tek atımlık kahramanı SBF ise faaliyetlerini daha kolay geliştirmesini sağlayacak mevzuat düzenlemelerinin geçmesini sağlamak için anket şirketlerine bağış yapmayı tercih ediyordu.Elbette medyada da el üstünde tutulageldiler, en azından foyaları ortaya çıkana kadar. Ama şu anda ikisi de cezalarının belli olmasını bekliyor: SBF, müşterilerine ait tam $8 milyar parayı zimmetine geçirmekten yargılanırken CZ de bazı müşterileri adına para aklama faaliyetlerine karışmakla suçlanıyor.Konu kendi çıkarları olunca bu ikilinin de $44 milyara aldığı şirketin değeri yüzde 70’ten fazla düşerken hâlâ kendini ve takipçilerini şımartmaya devam eden Musk’tan aşağı kalır yanı yok. X, tek adam rejimiyle işletme tarihinin gelmiş geçmiş en zorlu şirketi hâlini aldı. Musk inanılmaz zeki (kendisine sorabilirsiniz) ve inanılmaz kaba (Musk’ın cümle alem önünde küfür ettiğini Disney yöneticisi Bob Iger’a sorabilirsiniz) biri. Fakat muazzam bir servetin üstünde oturuyor. Hatta Taylor Swift hayranlarını aratmayacak bir bağlılıkla kendisini takip eden Muskie’ler bile var. Çalışan, hissedar ve müşterilerden oluşan bir güruhun desteğine sahip olsa da Musk, Swiftie’lerin şarkıcıya duyduğu tutkulu sevginin onda birine bile sahip değil. Neden mi? Çünkü iş adamının biyografisini yazan Walter Isaacson’a göre “Musk eleştiriye hiç mi hiç gelemiyor.” Yazar şöyle devam ediyor: “İnsanların kendisine hayır demesine hiç tahammülü yok. Zaten diyebilecek cesarete sahip olanlar yakın çevresinden ivedilikle şutlanıyor.”Biraz da megalomanyaklığını konuşalım mı? Organizasyonel açıdan bu yapının avantajları da yok değil. Şirketin odağında girişimcinin kendisi olunca işler biraz farklı oluyor. Mesela kurullara, bir projeye start vermek için yapılan onlarca toplantıya ya da imalattan halkla ilişkilere kadar tüm konularda kararları kimin vereceğine dair bir fikir karışıklığına yer yok. Şöhretleri girişiminden menkul bu tarikat liderleri, herkesin gördüğü ikaz lambalarına rağmen bildiklerini okuyor. Başta yola, son derece parlak birer girişimci olarak çıkıyorlar. Kervan yolda düzülürken lügatlarına bir türlü sokamadıkları “Özür dilerim.” gibi basit ifadelerden kaçınarak sergilemeye başladıkları o sonsuz narsizmleriyle, değil arşa, yıldızlara varan bir kibirle insanları kendilerinden nefret ettiriyorlar.Burada sorun, bu sosyopatolojik durumu başarının göstergelerinden biri olarak algılayıp normalleştirmemiz. Mesihlik meşalesini elden ele dolaştıran Musk, Bankman-Fried, Zhao, Altman, Uber’den Travis Kalanick ve WeWork’ten Adam Neumann yüzünden, tapınma seviyesine varan bu davranışlar bir unicorn ya da hiç olmazsa olgunluk aşamasına geçebilecek bir şirket yaratmanın olmazsa olmazı kabul ediliyor.Kendimizi, aşırılıkların başarıyı getirdiği inancı etrafında şekillenen saçma ve sözde bir girişimcilik tarikatının gölgesinde buluyoruz. Bunun girişimci olma hayali kuranlara verdiği mesaj, iyi bir fikri sağlam bir şekilde uygulamaya koymanın, büyük başarılar elde etmek için tek başına yeterli olmadığı. Sanki teatral çıkışlar, abuk subuk blog yazıları ya da sosyal medya paylaşımları veya her dediğinize alkış tutacak bir şakşakçı ordusu olmadan başarılı girişimci olunmuyor.Endişeye mahal yok. 21’inci yüzyılın ekonomisinde hâlâ bir tarikata mensup olmadan da başarılı olunabiliyor. Bu yaşadığımız, anomaliden başka bir şey değil.Kısa süre sonra bugünleri “Dallamalığın zirvesiydi” diye anacağız; pek çok tarikat gibi azalarak kendiliğinden bitip gidecek.İnanın bana öyle girişimciler var ki egoyu doğru yerde devreye sokup öyle düzgün bir insan olarak liderlik ediyorlar ki…İş dünyasında, gerçeği bükme becerisine sahip karizmatik tiplerden geçilmiyor. Hele Amerika’da elini sallasan ellisi… Girişimciliği şöhrete çeviren figürler bu dönemin modası değil. Bu tipler, 19’uncu yüzyılın sonlarıyla 20’inci yüzyılın başlarına tekabül eden ve İkinci Endüstri Devrimi olarak bilinen girişimcilik dalgasında halkın gündemine girmeye başlamıştı. Thomas Edison’a Menlo Park Büyücüsü dendiğini biliyor musunuz? New Jersey’deki laboratuvarının yerine yapılan atıfla aldığı bu lakabıyla (yanlış bir şekilde) ampulü, (doğru bir şekilde) gramofonu ve (tartışmalı bir şekilde) elektrik şebekesini (yan sütuna göz atın) icat eden adam olarak şöhret kazanmıştı. Aynı zamanda iş dünyasında rakiplerini alaşağı etmek için arkasından atıp tutan çamur hâlleriyle de biliniyordu. Aynı şekilde Henry Ford ve George Pullman otoritesini ve kudretini öyle uçsuz bucaksız görüyordu ki işçilerinin hayatları üzerinde bile söz sahibi olduklarını düşünüyorlardı.Ama kişiliklerinin ölçüsüzlüğünün işlerinin başarısına zerre etkisi yoktu. Darthmouth’ta bulunan Tuck İşletme Fakültesi’nde girişimcilik dersleri veren Hart Posen’a göre herhangi bir kişilik özelliğinin bir girişimin başarı olasılığını artırdığına dair bir kanıt yok desek yeridir. Her türden insan iş dünyasında başarılı da olabilir başarısız da.. Doğru bir tespitten yola çıkarsak Posen’a göre, kendi arzularıyla örtüşen fırsatları kovalama eğilimi insanları başarıya götürüyor. Davranış bilimlerinde bu durum, ayrışma olarak adlandırılıyor. Şişkin bir egoya ve uçuk fikirlere sahip insanlar kurumsal yapılar içinde boğulacak gibi oluyor ve girişimciliğe çekiliyor -ve çoğu zaman da muazzam başarılar elde ediyorlar.Fakat ayrışma olgusu, küçük bir coğrafyada ve belli başlı beceriler etrafında yoğunlaştığında çarpık etkiler doğurabiliyor. Mesela tekno biraderler aslında Silikon Vadisi içinde epey kısıtlı bir alanı işgal ediyor. “Renkli” kişilikleri, ekonomide olduğundan çok daha büyük bir paya sahip oldukları yanılgısını kamçılıyor sadece. “Amerika’daki servetin büyük bir kısmını oluşturanlar, Silikon Vadisi’ndekilerdense esnaf işletmeleridir.” diyor Posen. PayPal mafyasının her bir üyesine, yani her Peter Thiel’a ya da Musk’a karşılık, gündeme bomba gibi düşen postlar atmasını engelleyen sakin liderlik tarzıyla, piyasa değeri $175 milyar olan Intuit’in kurucu ortağı Scott Cook gibi bir figür de var camiada.Elbette bu, iş dünyasında egoya hiç yer olmadığı anlamına gelmiyor. Tam aksine ego, kuruculuğun gerekli değilse de doğal bir bileşeni. Önemli olan nasıl kullanıldığı. Sağlık hizmetleri şirketi Included Health’in kurucu ortağı ve CEO’su Owen Tripp’in yorumu: “Her gerçek girişimcinin, ilk bakışta inanması zor, fizik ve kimya kurallarına veya hakikate aykırı görünen şeylere insanları ikna etmesi gerekir.” Daha önce de iki şirket kurmuş olan girişimci şöyle devam ediyor: “Sizin dışınızda kimsenin aklına hayaline sığmayan bir şeyi hayata geçirmeye çalışıyorsunuz. Bu açıdan bakınca, başlangıçta şamanistik bir tarafı olduğunu söylemek bile mümkün.”Sağlık hizmetlerini herhangi bir açıdan dönüşüme uğratmak, Tripp gibi veri bilimcilikten gelen teknik becerilere sahip biri için bile epey hırslı bir amaç. Included Health’te yapmayı planladığı şey yapay zekâ analitiğini ve sanal klinikleri bir araya getirmek. Bir de sağlık hizmetlerine erişimi daha kolay ve ucuz kılmanın yanı sıra daha nitelikli sonuçlar elde edilmesini sağlayacak bir “dağıtılmış dağıtım modelini” uygulama hedefi kovalıyor.Tripp’in bahsettiği hayata geçirme eyleminin ve egonun bütün şirketi tek lokmada yutmasını önleme işi kısmen, “ben” kavramını misyonla değiştirmeye dayanıyor.Transcarent kurucusu ve CEO’su Glen Tullman uzun girişimcilik kariyeri boyunca tam üç unicorn’a adını yazdırdı. İçlerinden Livongo, son derece kişisel bir girişimdi. Oğlu diyabet hastası olan Tullman’ın tek gayesi çocuğu başta olmak üzere aynı hastalıktan mustarip milyonlarcasını iyileştirmekti: “İyi insanların hayatlarını ne kadar zorlaştırdığımızı fark ettim.” Mesela tahlil malzemelerini kendi ceplerinden karşılamaları gerekiyordu. Livongo’da malzemeleri ücretsiz temin etmeyi prensip edindi. “Şirketler bu malzemelerden epey kâr ediyordu.” diyor ve ekliyor: “Tekerlerine çomak soktum diyebiliriz.” Tullman’ın amacına ulaşması için bunu yapmaktan başka çaresi de yoktu. Tullman’ın VC şirketi 7WireVentures bünyesinde bir Büyüme ve Fırsat Fonu var. Üstelik yatırım tercihlerini şirketlerin misyonlarını merkeze alarak yapan bu fonun büyüklüğü yakın zamanda $217 milyon daha arttı. Söylediğine göre de, daha işin başından “exit” stratejisini düşünen girişimcilerin bu fondan yatırım alması pek olası değil. Yatırım alanlar, çoğunlukla yaptıklarına gönülden inananlar oluyor. “İnsanlar sizin işi ne kadar önemsediğinizi gördüğünde ellerinden geleni yapmak istiyor,” diyor, “ve pek çok şeyi görmezden gelmeye razı oluyor.”Şirketi kim yönetirse yönetsin plan istendiği gibi işlediğinde, odaklanılan misyon zamanla kalıcı bir kurum kültürüne dönüşüyor. Mesela Nike’ta bu iş öyle ileri bir seviyeye ulaştı ki işe alınanların bir kısmı, markayı baştan sona öğrenene kadar (NIKE’ın tersten yazıldığı hâliyle) EKIN’ler olarak isimlendiriliyor. Peki onları diğerlerinden ayıran ne? Bazıları marka ve ürünlerin konuşulmasını sağlamak için 1. Yaldızlı Çağ’ın ilerici kapitalistlerinden George Pullman işçilerin hayatını iyileştirmeye ve bunu kâra çevirmeye takmıştı. Pullman Palace Car Company ürettiği lüks vagonları tren yollarına kiralıyordu. Beyaz işçilerin altıda biri ücretle vagonlarda siyah işçi çalıştırdığı için övgüyle de karşılanmıştı. İşçiler için Şikago yakınlarında Pullman (aynen) adını verdiği model bir kasaba inşa etmiş, içini parklar ve kütüphanelerle donatmıştı. Herhangi bir barın olmadığı bu yerde kiralar piyasa fiyatının çok üstündeydi. 1894’te işçiler maruz kaldıkları şartları ve maaşları protesto ederek demir yollarını felce uğratan bir greve gidene kadar Pullman “yeni çağın mesihi” olarak anılmaya devam etti. Grev, federal mahkeme ve birliklerin müdahalesiyle son buldu. Pullman’ın itibarı da olayda ölen 13 kişiyle yok olup gitti.2. Thomas Edison’un becerisiyse Amerikan halkının ilgisini üzerinde toplayıp bir silaha çevirebilmekteydi… “Büyücü” amansız bir rakipti. 1901’de Brooklyn’in göbeğinde bir file elektro şok verdi. Amacı, dahi rakibi Nikola Tesla’nın geliştirdiği ve George Westinghouse’un kontrol ettiği alternatif elektrik akımının sözde tehlikelerini göstermekti. Edison her ne kadar düşük kaliteli olsa da doğrudan akım kullanmaktan yanaydı çünkü mahalle Edison Electric Illuminating Co.’nun ürettiği jeneratörlerle aydınlatılıyordu. Nihayetinde Westinghouse tartışmayı kazandı ve Edison’un şirketi J.P. Morgan’ın hakimiyetindeki bir şirketle birleşti. Görünüşe göre Edison kaybetmişti ama bugün elektrik deyince akla hâlâ o geliyor.3. Henry Ford ucuz araba üretiminde devrim yarattı. İşçilere verdiği $5 yevmiyeyle övgü toplarken rakiplerinin canını sıkıyordu. Üstelik dönemi için ilerici şekilde kadın çalışanların da maaşlarını artırdı. Zengin ve ünlü bir figür olarak II. Dünya Savaşı öncesinde dünyadaki politik olaylara karışmamayı destekleyen soyutlanmacı görüşüyle öne çıktı. “Savaştan iki kesim faydalanır,” diyordu, “militaristler ve kara para aklayanlar.” Kara para aklayanlar referansı buram buram antisemitizm kokuyordu. Ford’un çalışanlarını takip edip etki altına almayı amaçlayan sosyolojik bir kurumsal departmanı (22’den büyük bekârları işe almıyordu) ve özel polis birimi vardı. Mantığı şuydu: İşçiler, ulus ve gezegen hakkındaki her şeyin en iyisini o bilirdi. 1916’daki bir New York Times makalesinde şöyle yazıyordu: “Bay Ford kendisiyle hemfikir olmayanların ya aptal ya da sahtekâr olduğuna inanıyor.”4. Howard Hughes Jr. Musk’ın prototipiydi. 1924’te henüz 19 yaşındayken öksüz kalınca babasının petrol şirketinin başına geçti. Elde ettiği dolgun kârı, kendisine Hollywood’da bir yapım stüdyosu açıp hovardalık yapmakta kullandı. Dünya çapında tanınan bir pilot olarak Hughes Aircraft’ı kurdu. Ardından Trans World Airlines’ı (TWA) satın aldı ve Vegas’ta çok sayıda kumarhane açtı. Sahip olduğu şeytan tüyünü bir imparatorluk kurmakta kullandı. Zamanla mikrop fobisine sahip kodein bağımlısı bir keşişe dönüştü. Birbiriyle savaşa giren yöneticilerinden biri, basının kovaladığı Hughes Jr.’ı otelinden kaçırıp dünyanın öbür ucuna uçurdu. Trilyoner olmasına rağmen vasiyetini hazırlayamadan öldü. Ardında dillere destan bir miras savaşı bırakarak…Kervan yolda düzülürken lügatlarına bir türlü sokamadıkları “Özür dilerim.” gibi basit ifadelerden kaçınarak sergilemeye başladıkları o sonsuz narsizmleriyle, değil arşa, yıldızlara varan bir kibirle insanları kendilerinden nefret ettiriyorlar.Burada sorun, bu sosyopatolojik durumu başarının göstergelerinden biri olarak algılayıp normalleştirmemiz. Mesihlik meşalesini elden ele dolaştıran Musk, Bankman-Fried, Zhao, Altman, Uber’den Travis Kalanick ve WeWork’ten Adam Neumann yüzünden, tapınma seviyesine varan bu davranışlar bir unicorn ya da hiç olmazsa olgunluk aşamasına geçebilecek bir şirket yaratmanın olmazsa olmazı kabul ediliyor.Kendimizi, aşırılıkların başarıyı getirdiği inancı etrafında şekillenen saçma ve sözde bir girişimcilik tarikatının gölgesinde buluyoruz. Bunun girişimci olma hayali kuranlara verdiği mesaj, iyi bir fikri sağlam bir şekilde uygulamaya koymanın, büyük başarılar elde etmek için tek başına yeterli olmadığı. Sanki teatral çıkışlar, abuk subuk blog yazıları ya da sosyal medya paylaşımları veya her dediğinize alkış tutacak bir şakşakçı ordusu olmadan başarılı girişimci olunmuyor.Endişeye mahal yok. 21’inci yüzyılın ekonomisinde hâlâ bir tarikata mensup olmadan da başarılı olunabiliyor. Bu yaşadığımız, anomaliden başka bir şey değil.Kısa süre sonra bugünleri “Dallamalığın zirvesiydi” diye anacağız; pek çok tarikat gibi azalarak kendiliğinden bitip gidecek.İnanın bana öyle girişimciler var ki egoyu doğru yerde devreye sokup öyle düzgün bir insan olarak liderlik ediyorlar ki…İş dünyasında, gerçeği bükme becerisine sahip karizmatik tiplerden geçilmiyor. Hele Amerika’da elini sallasan ellisi… Girişimciliği şöhrete çeviren figürler bu dönemin modası değil. Bu tipler, 19’uncu yüzyılın sonlarıyla 20’inci yüzyılın başlarına tekabül eden ve İkinci Endüstri Devrimi olarak bilinen girişimcilik dalgasında halkın gündemine girmeye başlamıştı. Thomas Edison’a Menlo Park Büyücüsü dendiğini biliyor musunuz? New Jersey’deki laboratuvarının yerine yapılan atıfla aldığı bu lakabıyla (yanlış bir şekilde) ampulü, (doğru bir şekilde) gramofonu ve (tartışmalı bir şekilde) elektrik şebekesini (yan sütuna göz atın) icat eden adam olarak şöhret kazanmıştı. Aynı zamanda iş dünyasında rakiplerini alaşağı etmek için arkasından atıp tutan çamur hâlleriyle de biliniyordu. Aynı şekilde Henry Ford ve George Pullman otoritesini ve kudretini öyle uçsuz bucaksız görüyordu ki işçilerinin hayatları üzerinde bile söz sahibi olduklarını düşünüyorlardı.Ama kişiliklerinin ölçüsüzlüğünün işlerinin başarısına zerre etkisi yoktu. Darthmouth’ta bulunan Tuck İşletme Fakültesi’nde girişimcilik dersleri veren Hart Posen’a göre herhangi bir kişilik özelliğinin bir girişimin başarı olasılığını artırdığına dair bir kanıt yok desek yeridir. Her türden insan iş dünyasında başarılı da olabilir başarısız da.. Doğru bir tespitten yola çıkarsak Posen’a göre, kendi arzularıyla örtüşen fırsatları kovalama eğilimi insanları başarıya götürüyor. Davranış bilimlerinde bu durum, ayrışma olarak adlandırılıyor. Şişkin bir egoya ve uçuk fikirlere sahip insanlar kurumsal yapılar içinde boğulacak gibi oluyor ve girişimciliğe çekiliyor -ve çoğu zaman da muazzam başarılar elde ediyorlar.Fakat ayrışma olgusu, küçük bir coğrafyada ve belli başlı beceriler etrafında yoğunlaştığında çarpık etkiler doğurabiliyor. Mesela tekno biraderler aslında Silikon Vadisi içinde epey kısıtlı bir alanı işgal ediyor. “Renkli” kişilikleri, ekonomide olduğundan çok daha büyük bir paya sahip oldukları yanılgısını kamçılıyor sadece. “Amerika’daki servetin büyük bir kısmını oluşturanlar, Silikon Vadisi’ndekilerdense esnaf işletmeleridir.” diyor Posen. PayPal mafyasının her bir üyesine, yani her Peter Thiel’a ya da Musk’a karşılık, gündeme bomba gibi düşen postlar atmasını engelleyen sakin liderlik tarzıyla, piyasa değeri $175 milyar olan Intuit’in kurucu ortağı Scott Cook gibi bir figür de var camiada.Elbette bu, iş dünyasında egoya hiç yer olmadığı anlamına gelmiyor. Tam aksine ego, kuruculuğun gerekli değilse de doğal bir bileşeni. Önemli olan nasıl kullanıldığı. Sağlık hizmetleri şirketi Included Health’in kurucu ortağı ve CEO’su Owen Tripp’in yorumu: “Her gerçek girişimcinin, ilk bakışta inanması zor, fizik ve kimya kurallarına veya hakikate aykırı görünen şeylere insanları ikna etmesi gerekir.” Daha önce de iki şirket kurmuş olan girişimci şöyle devam ediyor: “Sizin dışınızda kimsenin aklına hayaline sığmayan bir şeyi hayata geçirmeye çalışıyorsunuz. Bu açıdan bakınca, başlangıçta şamanistik bir tarafı olduğunu söylemek bile mümkün.”Sağlık hizmetlerini herhangi bir açıdan dönüşüme uğratmak, Tripp gibi veri bilimcilikten gelen teknik becerilere sahip biri için bile epey hırslı bir amaç. Included Health’te yapmayı planladığı şey yapay zekâ analitiğini ve sanal klinikleri bir araya getirmek. Bir de sağlık hizmetlerine erişimi daha kolay ve ucuz kılmanın yanı sıra daha nitelikli sonuçlar elde edilmesini sağlayacak bir “dağıtılmış dağıtım modelini” uygulama hedefi kovalıyor.Tripp’in bahsettiği hayata geçirme eyleminin ve egonun bütün şirketi tek lokmada yutmasını önleme işi kısmen, “ben” kavramını misyonla değiştirmeye dayanıyor.Transcarent kurucusu ve CEO’su Glen Tullman uzun girişimcilik kariyeri boyunca tam üç unicorn’a adını yazdırdı. İçlerinden Livongo, son derece kişisel bir girişimdi. Oğlu diyabet hastası olan Tullman’ın tek gayesi çocuğu başta olmak üzere aynı hastalıktan mustarip milyonlarcasını iyileştirmekti: “İyi insanların hayatlarını ne kadar zorlaştırdığımızı fark ettim.” Mesela tahlil malzemelerini kendi ceplerinden karşılamaları gerekiyordu. Livongo’da malzemeleri ücretsiz temin etmeyi prensip edindi. “Şirketler bu malzemelerden epey kâr ediyordu.” diyor ve ekliyor: “Tekerlerine çomak soktum diyebiliriz.” Tullman’ın amacına ulaşması için bunu yapmaktan başka çaresi de yoktu. Tullman’ın VC şirketi 7WireVentures bünyesinde bir Büyüme ve Fırsat Fonu var. Üstelik yatırım tercihlerini şirketlerin misyonlarını merkeze alarak yapan bu fonun büyüklüğü yakın zamanda $217 milyon daha arttı. Söylediğine göre de, daha işin başından “exit” stratejisini düşünen girişimcilerin bu fondan yatırım alması pek olası değil. Yatırım alanlar, çoğunlukla yaptıklarına gönülden inananlar oluyor. “İnsanlar sizin işi ne kadar önemsediğinizi gördüğünde ellerinden geleni yapmak istiyor,” diyor, “ve pek çok şeyi görmezden gelmeye razı oluyor.”Şirketi kim yönetirse yönetsin plan istendiği gibi işlediğinde, odaklanılan misyon zamanla kalıcı bir kurum kültürüne dönüşüyor. Mesela Nike’ta bu iş öyle ileri bir seviyeye ulaştı ki işe alınanların bir kısmı, markayı baştan sona öğrenene kadar (NIKE’ın tersten yazıldığı hâliyle) EKIN’ler olarak isimlendiriliyor. Peki onları diğerlerinden ayıran ne? Bazıları marka ve ürünlerin konuşulmasını sağlamak için Swoosh olarak anılan amblemi dövme olarak bedenlerinde taşıyor.Tarikatvari bir davranış olduğunun ben de farkındayım. (Zaten EKIN’lerin şirketin Oregon’daki genel merkezinde bootcamp eğitiminden geçmesi de bu intibaı güçlendiriyor.) Ama neticede tarikatla kültür arasında büyük bir fark var. Kurumsal mitolojide, şirketin kurucu ortağı Phil Knight, markanın en tutkulu müridi olduğu için ilk EKIN olarak anılıyor. Üstelik Knight kendisini şirketin ağırlık merkezi olarak kurgulamamıştı. Aksine, Oregon Üniversitesi’nden koşu antrenörü ve kurucu ortağı Bill Bowerman’la da paylaştığı gibi koşu sevdalılarının o dönemler biraz tuhaf bulunan kültürü üzerine inşa etmişti. Seçmediği bir diğer şey de, Musk’ın aksine, insanlara sosyal medyada sataşmaktı. Bugün EKIN ruhu Nike’ın içinde, en havalı çocukların takıldığı bir yer olarak kendine has bir departmanla varlığını sürdürüyor.Nike’ın iyice hız kazandığı o dönem, Amerika’nın en ünlü süpermarket zinciri Walmart kurucusu Sam Walton’ın pazarlamacılar arasında EDLP olarak kısaltılan “her gün ucuz fiyat” ilahisini dilinden düşürmediği günlere tekabül ediyor. Mağazalarda çalışanlardan, her cümlelerini Walmart’ın bir dua gibi dillerden düşürmediği müşteri odaklı misyonunun bir uzantısı olan yemini “Sam şahidim olsun ki.” ile bitirmeleri öğretiliyordu. Buna rağmen bu dinin merkezinde Walton değil, şirket vardı. Walton’ın üstüne yapışan halkın çocuğu imajı onu masumiyeti temsil eden folklorik bir kahramana dönüştürse de geri planda maliyetleri düşürmeleri için yöneticilerinin ensesinde boza pişiren bir adamdı. Walton aramızdan ayrılalı çok oldu, ama EDLP düsturu hâlâ hayatta. Düşük maliyet odağı da öyle. Walmart’ın genel merkezinde bedava kahve diye bir şey olmadığını biliyor musunuz? Herkes ufak da olsa katkı yapmak zorunda.Haydi bir başka markaya bakalım. Southwest Airlines çalışanlarının gözünde, kurucu Herb Kelleher mucizeler sergileyebilecek bir liderdi. Neden dersiniz? Gerektiğinde uçak içinde hosteslikten tutun da yer hizmetlerinde temizlik yapmaya kadar her aşamadan çalışana elinden geldiğince yardım ettiğinden. Şirketin bugün uğraştığı diğer problemleri bir yana koyarsak, çalışanı merkeze alan bu odak, Kelleher’ın vefatından sonra da kurum kültürünün yaşamasını sağlayan güçlü bir temel oluşturdu.Saydığım örneklerde görüldüğü üzere bir fikrin etrafında kümelenen “inanan” kitlesi oluşturmanın yolu girişimcinin kişisel özelliklerine bağlı. Başarı hikâyelerindeki fark girişimcinin bu özelliklerini müritlerini kendine bağlamak için değil de şirketin amacına hizmet etmelerini sağlamak için kullanıyor olması.Bir diğer önemli konu da ne zaman vites değiştireceğini bilmek. Girişim büyüdükçe, onu var eden amaç ve tutku artık metodoloji ve uygulamaya yer açmalı. Tripp bu konuyu şöyle açıklıyor: “İşin ilk kısmını yapıp ikinciye bulaşmak istemeyen bir sürü girişimci var. Kötü biten hikâyeler de çoğunlukla buradan çıkıyor.”Bu da bizi bugünün “kibirişimcilerini” 20’inci yüzyılın sonlarındaki meslektaşlarından ayıran şeye getiriyor: Kişilik etrafında kurulan tarikat, önünde sonunda operasyonun gerekliliklerine alan açıyordu. Mesela Apple, Microsoft, Google ya da daha eskilerden kalan Intel gibi girişimilerin, kurucuları hayatta olsun ya da olmasın bir kişiden çok daha büyük bir şeye dönüşmüş olmasının nedeni de bu.Girişimciler açısından, şirketi yönetme konusunda başkalarına yetki vermek son derece hayati ve maalesef pek çoklarının yüzleşmekten kaçındığı bir durum. Neticede bir krallığı, ya da dallamalığı bırakmak kolay iş değil. Koltuğa gereğinden uzun yapışmak başka sorunlara da neden olabiliyor. Tripp’e göre “Eğer her şey sürekli sizden geçerse, bir bakarsınız tatile bile çıkamaz olmuşsunuz.” Bu tuzaktan kurtulmak için tavsiyesiyse kendi izlerini bırakmak isteyen yetenekli insanları işe almak ve girişimcinin aşırılıklarına itiraz edecekleri özgürlüğü onlara tanımak. Musk Evreni gibi yerlerde bu elbette mümkün değil. En azından uzun süreliğine.Peki, girişimcilikle kibirişimcilik arasındaki sınırları nasıl çizebiliriz? Yol gösterici olması açısından, kamuya mal olmuş girişimcilerin kısıtlanmaktan çekinmediği bir girişimcilik dünyasına göz atmak gerek. İşe, tam 600 noktada faaliyet gösteren restoran zinciri Landry’s’in yanı sıra Golden Nugget kumarhanelerinin sahibi ve CEO’su olan Tilman Fertitta’ya bakarak başlayabiliriz. Onu uzaklarda aramanıza gerek yok. Kendisinin deyimiyle, çok satan bir yazar, ABD ekranlarında yayınlanan Billion Dollar Buyer programında üç sezon yer almış bir yıldız ve NBA takımı Houston Rockets’ın sahibi. Sık sık TV’de yorum yapıyor ve Golden Nugget’ın reklamlarında oynuyor. Bu adam da herkes gibi etten kemikten, onu da egosuz sanmayın. “Hâlâ sahalardayım, ama sadece iş konusunda.” diyor ve ekliyor: “Şöhretimi sadece markalarım için kullanıyorum.”Onu birilerini sosyal medya üzerinden kovarken göremezsiniz. Kişisel hesaplarında ne şirketi hakkında konuşur ne de milletle laf dalaşına girmeye tenezzül eder. Fertitta’ya kalırsa pazarlama açısından potansiyel arz eden bu fırsatlardan feragat etmek son derece işe yarar bir karar. Zira restoranlardan ve kumarhanelerden oluşan bir imparatorluk yönetirken politik ya da sosyal konular üzerinden gerilim yaratmakta bir fayda ya da değer görmüyor. Bir başka deyişle, kumarbazların ya da yemeğe gelenlerin kafalarını masadan kaldırmakta… “Herkes sizin atıp tutmalarınızı dinlemek istemeyebilir.” diyerek duruşunu açıklıyor.Faaliyet alanları çeşitli olduğu için işletmesini bir arada tutan ve büyüten şeyin sağlam bir liderlik olduğunu söylüyor. Üstelik bunun, çalışanların kendi kendine karar vermesini sağlamaktan geçtiğini… “Yaratıcı olmalarına müsaade etmelisiniz.” diyor, “Robot işe almıyorum ben. Düşünebilen insanlar istiyorum.”Bu demek değil ki yeri geldiğinde bir şeyleri karşılıklı tartışmıyorlar ya da kendilerine bağlı yöneticilerden hiçbir konuda hesap sormuyorlar. Unutmayın, gerilim ve sürtüşme girişimciliğin doğasında var. İnovasyonu mümkün kılan da bu alışveriş. İşin büyük bir kısmı, insanları mümkün olmadığını düşündükleri şeyler yapma konusunda kışkırtmaktan geçer. “Liderliğin asıl meselesi yıkıcı inovasyondur,” diyor Trancarent’tan Tullman ve ekliyor “bazen de insanları konfor alanlarının dışına çıkmaya zorlamaktır.”Her ne kadar ilgiyi üzerinde toplayan benmerkezci girişimciler olsa da, başarılı işler yapanlar genellikle övgüyü ve baskıyı birer araç olarak kullanabilenler oluyor. Buna gevşek yönetim deniyor. Stanford Üniversitesi profesörü Robert I. Sutton, yakın dönem girişimcilerinin gözden kaçırdığı bir konu olan kötü patronlar üzerine The No Asshole Rule adında bir kitap yazdı. Türkçeye “Dallamasızlık Kuralı” olarak çevrilebilecek bu esere yaptığı eklemeleri geçtiğimiz yıl Harvard Business Review’da bir makale olarak yayınlarken şunları söylüyordu: “Araştırmaya konu ettiğimiz en tepedeki 10 girişimin yukarıdan aşağıya sıralanan dallama yöneticileri, inovatif düşüncenin karşısında birer zehir gibi duruyor. Öte yandan herkesin canımlı cicimli olduğu ve kimsenin diğerini yeni bir şeye zorlamadığı şirketlerde de başarıdan söz etmek pek mümkün değil.” Yazar en iyi liderlerin çift modlu olduğunu söylüyordu. Yani bu liderler ekiplerini ne zaman serbest bırakıp ayrı takılmalarına müsaade edeceklerini, ne zaman birleştirip zorlayacaklarını biliyordu.Bu yaklaşım, şirketlere tarikatvari girişimcilikten çok daha sağlıklı bir denge sağlıyor. Yaratıcı sürtüşmeleri iyi bir şey olarak algılıyorlar. Şirket operasyonlarını kibirişimcinin ve eserekli hâllerinin esiri etmektense, yönetim kurulunun ve büyük yatırımcıların yardımıyla yürütüyorlar. Yani şirketi kişisel hırs ve egolarını yenememiş ergenler değil yetişkinler yönetiyor.Hem kuşaklar arasında hem de küresel ölçekte yaşanan değişimlerin, bu trendi geleceğe taşımasını beklerim. Liderlik ve girişimcilik üzerine çalışmalar yapan ABD Ordusu değişkenlik, belirsizlik, karmaşıklık ve muğlaklığın ağır bastığı bir dünyanın bizi beklediği öngörüsüyle kumanda modellemeleri yapıyor. Bu da adaptasyon, koordinasyon ve dağıtılmış bir liderlik gerektiriyor.Kumandanlığı üstleneceklerin beklentileri, geçmiştekilerden çok daha farklı olacak. Subayların birliklerini 20 yıl öncesinin usulleriyle yönetmesi artık çok zor. Amerikan askeri akademisi West Point’in Liderlik Merkezi’nin ve Eisenhower Lider Gelişim Programı’nın işletme yönetimi doktoralı savaş gazisi direktörü Todd Woodruff durumu şu cümlelerle ortaya koyuyor: “İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne bakacak olursanız, önümüzdeki 20 yılda, geçen 80 yıldan daha fazla değişim görürsünüz.” Geçmişte daha etkileşime dayalı olan liderlik artık işbirliğine ve evet, kapsayıcılığa dayalı olacak. “Bugünlerde askeriyede liderlerden beklentimiz başkalarının ihtiyaçlarını kendilerininkinin önüne koymaları.” diyor.Elbette kendilerinin çok ama çok özel olduğunu sanan ve her şeyin altından tek başına kalkabileceğini düşünen girişimciler her zaman olacak. Ama gittikçe daha karmaşık ve tahmin edilmesi zor bir hâle bürünen dünyada, bu son derece tedbirsiz bir yol tutmak anlamına geliyor. Yıkıcılık olgusunun arkasında hâlâ fikirlerinin ve iş modellerinin diğer herkesten daha iyi olduğunu kendilerine fısıldayan egolara sahip birileri olabileceği de doğru.Ama bu, hangi gezegende at koşturuyor olurlarsa olsunlar, dünyayı onların etrafında döndürmeye yetmeyecek.Bu yazı, Inc. Türkiye Mart 2024 sayısında yayınlanmıştır. Abonelere özel çok daha fazla içerik için şimdi size özel tekliflerimizi inceleyin!