Hulu dizisi The Bear, hâlâ yasını tuttuğu abisinden kalan sandviç dükkanını işletmeye çalışan yetenekli bir şefin hikâyesini anlatıyor. Aynı zamanda dizi, girişimcilik yolculuğuna tek başına çıkan her "birişimci" ya da girişimciye kendi hayatından tanıdık gelecek çatışmalar ve temalarla dolu. Benim için de öyle olduğunu kesinlikle söyleyebilirim.The Bear dünyanın en iyi restoranı olarak bilinen Noma’da şef olarak çalışmış Carmy’nin hikâyesi etrafında şekilleniyor. Carmy, dizinin başında memleketi Şikago’ya, sandviçleriyle mavi yakalılar arasında popüler olan, Original Beef Chicagoland’a dönüyor. Eskiden, nedenini bilmediğimiz kardeşler arası bir gerilimden dolayı restorana girmesi bile yasak olan Carmy, abisinin, intiharından hemen önce düzenlediği vasiyetini yerine getirmek için mekânın başına geçiyor. Carmy, geceleri yakasını bırakmayan kabuslarla, gündüzleri de miras aldığı restoranın çalışanlarıyla boğuşuyor.The Bear bir mutfağın iç yüzünü, jargonunu ve âdetlerini de dikkate alarak ekrana taşıması açısından benim epey ilgimi çekti. (Diziyi izledikten sonra farkına vardım ki gerçek hayatta da mutfakta çalışan insanlar ne zaman bir köşeden dönecek olsa cidden “köşe” diye bağırıp öyle dönüyor.) Carmy, bir saygı göstergesi olarak mutfakta yemek pişiren tüm çalışanların birbirine “şef” diye hitap etmelerini istiyor. Fakat yaşça büyük çalışanlardan biri Carmy’ye “Jeff” diye seslenerek adeta dalga geçiyor.Şikago hakkında hiçbir şey bilmiyorum desem yeridir. Daha önce hiç sığır etli İtalyan sandviçi de yemedim, belli ki oralarda bayağı meşhur. Benim şehrin varlıklı bölgesi Upper West Side’da oturan eğitimli Yahudi ailemle Carmy’nin çalkantılı İtalyan-Amerikan aile hayatı arasında da hiç benzerlik yok tabii. Daha önce hiç restoranda çalışmadım ve The Bear’da karşılaştığımız gergin atmosfer bana çok ama çok uzak. Çalışanların mahallenin serserilerini bedava sandviç karşılığında sokağın başka bir köşesini tutmaya ikna etmesi gibi…Kendi işini kurmak her zaman eğlenceli olmayabilirOysa hikâyede bana tanıdık gelen şeyler de var: Tavırlar, o sürükleyici kararlılık ve tabii ki Carmy’nin gelişiyle işyerini kuşatan tutku. Sevdiği işi yapmak ve kendi işinin patronu olmak için geleceği parlak bir kariyerden vazgeçiyor. Yıllar önce aynı yoldan ben de geçmiştim, eminim birçok girişimci de bu yolu arşınlamıştır. İkinci sezonun başlarında arkadaşı Richie, restoran işletmenin Carmy için eğlenceli olduğundan bahsediyor. Carmy ise pek de öyle olmadığını, işi sevdiğini ama “bunun işi eğlenceli hâle getirmeye yetmediğini” söylüyor. Richie, “Eğer bundan bile keyif almıyorsan neyden alacaksın?” diye soruyor. Carmy bir anlığına durup düşünüyor ve bu soruya cevabı olmadığını fark ediyor. Uyumadığı her anı restoranda geçiriyor. Hatta bazen uyuduğu anlarda bile… Richie’ye dönüp “Bunun sonra konuşalım” diyerek konuyu kapatıyor. Yıllar önce bana aynı soruyu sorsanız ben de buna benzer bir cevap verirdim. Carmy, restoranın her şeyden önce geldiğine inanıyor. İşleri yoluna koymak ve iyileştirmek onun en önemli görevi. Ona sorarsanız ailesindeki problemleri çözebilecek, kardeşinin ölümünün ve geride kalan herkesin acısını dindirebilecek tek şey de bu. Hatta hayatındaki diğer her şeyi hiç şikâyet etmeden restoran için feda etmesi gerek. Doğrusu bu, değil mi? Carmy için kendini affetmenin ve kendi değerini kanıtlamanın tek yolu bu. Eğer daha önce bir iş kurduysanız muhtemelen böyle hissettiğiniz zamanlar olmuştur. İş için aşktan vazgeçmeli misiniz?İkinci sezonda Carmy’nin hayatında romantik bir ilişki ihtimali doğuyor. Eski bir aşk tekrar alevlenecek gibi oluyor ve böylece bir iş yürütmenin getirdiği stres ve yalnızlıktan kurtulma kapısı aralanıyor. Ama Carmy tereddüt ediyor. Filizlenen aşkına zaman ayırmasının dikkatini dağıtacağından, o nedenle hayatının merkezinde yer alan restoranıyla eskisi kadar ilgilenemeyeceğinden korkuyor. Bu sahnelerde çıkıp “Aşk kolay bulunmaz, sakın vazgeçme.” diye bağırmak istemiştim. “Ben olsam böyle aptallık etmezdim.” diyecekken yıllar önce benzer bir şey yaptığımı hatırladım.Üniversiteden yeni mezun olmuştum ve Avrupa’da yaşama hayalimi gerçekleştirmek için gidip bir yıl boyunca orada çocuk bakmıştım. Sonra da artık ciddi bir işe başlama zamanının geldiği düşünüp Amerika’ya dönmüştüm. O sıralarda, birkaç yıldır beraber olduğum sevgilim Iowa’da sevdiği bir iş bulmuştu. Bense orada gönlüme göre bir şey bulamadım ve bir yol ayrımına geldim: Ya onunla kalıp bulduğum herhangi bir işe girecek ve evlenecektim ya da iş fırsatlarıyla dolu New York’a, evime dönecektim. Üstelik New York’ta yüksek lisansa da kabul edilmiştim. Bir an bile düşünmeden New York’a döndüm. Bir süre uzak mesafe ilişkisi denedik ama uzun ömürlü olmadı. Açıkçası ne bu kararımdan ne de başka bir şeyden pişmanım, şu anki evliliğimde de gayet mutluyum. Fakat dönüp bakınca, potansiyel bir hayat arkadaşını geride bırakıp başarının peşinde koşma kararını nasıl da gözümü kırpmadan aldığımı düşününce biraz sarsılıyorum. Hatta bu durum bugün bile neredeyse aynı. Evet, ne zaman bir kriz olsa eşimi ya da ailemi gözeterek hareket ediyorum ama gündelik hayatımda fark ediyorum ki zamanımı ve dikkatimi nasıl kullanacağıma karar verirken işim ve hırslarım daima ilişkilerimin önüne geçiyor. Eğer bir girişimciyseniz siz de muhtemelen öyle yapıyorsunuzdur. Düzenli aralıklarla işi bir kenara bırakabilmenin beyin fonksiyonlarım ve üretkenliğim için ne kadar önemli olduğunun farkındayım. Bu becerinin hem öğrenme hem de yaratıcılık açısından getirileri olacağı kesin. İş hayatı dışında güçlü ilişkilere sahip olmanın liderlik becerilerimi de geliştireceğini biliyorum. Ve ne olursa olsun, mutluluk ve esenliğin başarı tanımının önemli bir parçası hâline gelmesi gerektiğini… Tabii bilmek yetmiyor. Bu konularda bir kitap bile yazdım ama yine de bazen yanlış kararlar veriyorum.İşte bu yüzden The Bear’ı düşünmeden edemiyorum. Ben dahil tüm girişimcilere adeta ayna tutuyor; çalışmalarımızı, işimizi, ilişkilerimizi ve özellikle de değer yargılarımızı irdeleyelim diye. Acaba aynada göreceklerimiz hoşumuza gidecek mi? The Bear, bunu öğrenmek için bir fırsat. Orijinal Yayın Tarihi: 19 Ağustos 2023Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.