Geçtiğimiz yıl boyunca, her zaman olduğu gibi Türkiye’de kadınlar pek çok farklı alanda konuşuldu, tartışıldı, kutlandı. Mesela 31 Mart yerel seçimlerinde 81 kentin 11’inde kadın belediye başkanları seçildi. 2019’da bu sayı yalnızca dörttü. Yılın başlarında kadınlara dair en çok konuştuğumuz meselelerden biri, kadınların siyasetteki bu görünürlüğüydü. Derken A Milli Kadın Voleybol Takımı’mız Paris 2024 Olimpiyat Oyunları’nda dördüncü oldu. Filenin Sultanları sahada gösterdikleri cesaret ve güçle ulusal gururumuz olurken, kadın sporcuların başarılarına dair toplumsal farkındalığı da artırdı. Öte yandan hatırlarsınız, takımın 2024 FIVB Voleybol Kadınlar Milletler Ligi ikinci etap müsabakalarını oynamak üzere Amerika’ya giderken ekonomi sınıfında uçması, kadın sporlarına verilen değeri sorgulatmıştı. Televizyonun en çok izlenen yapımlardan Kızıl Goncalar eğitim, toplumsal cinsiyet ve farklı kesimlerden kadınların etkileşimi meselelerini merkezine alarak geniş tartışmalar başlattı. Örnekler saymakla bitmez. Sporda, sanatta, iş dünyasında kadınlar üzerinden pek çok şey konuştuk, konuşmaya da devam ediyoruz. Bu tartışmalar aslında toplumsal dönüşümün farklı cephelerde sürdüğünün kanıtı. Fakat dönüşümün ardı arkasına bakma ihtiyacı da kendini hissettiriyor. Çünkü her sene masaya yatırdığımız toplumsal cinsiyet eşitsizliği verileri, aslında pek çok kadının her gün mücadele ettiği gerçeklerden başka bir şey değil. Fakat görünmek, görünür olmakla eş anlamlı değil. İş dünyasında kadınların etrafı hâlâ görünmez duvarlarla çevrili. Kariyer basamaklarının başında duran kadınlar, çoğu zaman yalnız. Kadın girişimciler harika fikirlerle yola çıksa da finansman ve destek ağlarına erişimde erkek meslektaşlarından geride kalıyor. Bir toplantı odasında konuşan kadınların sözünün kesildiği ya da yeterince ciddiye alınmadığı hikâyelere hiçbirimiz yabancı değiliz. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2024 Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu bize önemli bir çıktı sunuyor: Eşitlik yolunda ilerleme var ama hızımız ne yazık ki kaplumbağa gibi. Dünya genelinde cinsiyet uçurumunun yüzde 68,5’i kapanmış olsa da bugünkü hızla eşitliğe ulaşmak tam 134 yıl sürecek. Yani bugün doğan bir kız çocuğu, eğer gidişat değişmezse, torunları yetişkin olduğunda tam anlamıyla eşit haklara sahip olacak.Peki Türkiye uçurumun neresinde? Maalesef 127’nci ve Avrupa’da sonuncu sırada. İş dünyasında, siyasette, hatta günlük yaşamda kadınlar hâlâ büyük engellerle karşılaşıyor. Aynı rapora göre konu ekonomik katılım olunca durum daha çarpıcı: Çünkü kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 35,11’ken erkeklerin yüzde 71,43. Yönetici pozisyonlarındaki kadın oranıysa sadece yüzde 18,48. Özetle, kadınlar ne iş hayatında ne de liderlik pozisyonlarında yer buluyor.Elbette bu temsil sorunu yalnızca ekonomik güce katılımda görünmüyor. Siyasette tam eşitlik için mevcut hızla 169 yıl daha beklememiz gerekecek. Neyse ki 2023 seçimlerinden sonra kadın milletvekili oranı yüzde 33’le rekor kırdı da içimize bir su serpildi.Öne Çıkan VideoInc. Türkiye Youtube kanalını keşfedin.Kapsayıcılık Lafta mı Kaldı?Toplamda 10 milyondan fazla kişiyi istihdam eden 281 ABD’li katılımcı kuruluşun dahil olduğu McKinsey & Company ve Lean In 2024 İş Yerinde Kadın Raporu’na göre her 100 erkeğe karşılık sadece 81 kadının terfi edebilmesi bize şunu hatırlatıyor: Kadınların yürüdüğü yol, daha başından yokuş yukarı. Yine aynı rapor liderlik pozisyonlarında kadın temsilinin arttığını fakat kadınların bu konuma ulaşırken erkek meslektaşlarına kıyasla çok daha fazla mücadele ettiğini gösteriyor. Sayılarla ifade edecek olursak, üst düzey yönetimdeki kadın oranı 2015’te yüzde 17’yken 2024’te yüzde 29’a çıkmış. Ama orta kademe yönetim seviyelerinde kadın temsilinde aynı hızda bir artış olmadığı için, bu durum üst yönetimde sürekliliği tehlikeye atıyor. Rapor aynı zamanda şirketlerin toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki heyecanının giderek azaldığını ortaya koyuyor. 2019’da şirketlerin yüzde 87’si çeşitliliği bir öncelik olarak görüyormuş. Bu oran 2024’te yüzde 78’e düşmüş. Peki, ne değişti? Pandemi sonrası belirsizlikler, ekonomik baskılar ve kısa vadeli kazançlara odaklanma, şirketleri çeşitliliği düşünecek fırsat gibi görünüyor. (Bize hep başkalarının davranışlarını lehimize açıklayacak bir gerekçe üretme hastalığı doğuştan yükleniyor mu, ne?)Eşitlik konusunda atılan adımların birçoğu sadece kâğıt üstünde kalıyor. Kapsayıcılık söylemleriyle öne çıkan birçok şirket, işten çıkarmalar başladığında ilk iş kadın çalışanlar için vadedilen gelişim programları rafa kalkıyor ya da esnek çalışma modelleri kısıtlanıyor. Kurumsal dünyada eşitliğin gerçekten içselleştirilmesi için bu mesele “iyi zamanların lüksü” değil, iş dünyasının vazgeçilmez bir parçası olarak görülmeli. Çünkü fırsat eşitliği sadece kadınlar için değil, daha güçlü ve sürdürülebilir bir iş dünyası için de kritik.Öte yandan umut yok mu? Elbette var. Türkiye’de kadın girişimciliği yükseliyor. Yeni nesil kadınlar, dijital platformlarda kendi işlerini kuruyor; sadece kendilerine değil, çevrelerine de çıkış yaratıyor. Bazen bir dayanışma ağı kurarak, bazen toplumu dönüştürecek bir girişime imza atarak fark yaratıyorlar.Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre son yıllarda kadın girişimci sayısı her yıl ortalama yüzde 10 artış gösteriyor. Kadınların özellikle dijital platformlarda iş kurma oranı pandemiden bu yana ciddi bir yükselişte. Ayrıca KOSGEB ve özel bankaların kadın girişimcilere yönelik sunduğu kredi destek programları son iki yılda yüzde 30 daha fazla başvuru aldı. Kadınların iş dünyasında tam anlamıyla eşitlik sağlaması, sadece istatistiklerin iyileşmesiyle mümkün olmayacak. Kapsayıcı kültürler inşa etmek, işyerlerinde dayanışma ve güven iklimi yaratmak zorundayız. Zira eşitlik, bireysel mücadelelerin yanı sıra kolektif bir dönüşümle gelecek.İleriye Doğru Atılan AdımlarHayal kırıklıkları büyük başarıların tohumlarını atar.Bir adım her şeyi değiştirir. Gerçek büyümeysebazen küçük adımlarla başlar.-Beste Göksel’le sohbetindenMelis Abacıoğlu’nun girişimcilik yolculuğu sporla iç içe bir geçmişten geliyor. Yurtdışında matematik ve sanat eğitimi aldıktan sonra Türkiye’ye dönen eski milli tenisçi, cerrah anne ve babasının izinden giderek sağlık sektöründe çalışmaya başlamış. İnsan hayatına dokunmanın verdiği tatminle, “Bu sektöre ba-yıl-dım!” diyor. Fakat beş yılın ardından, hastalık üzerinden şekillenen iş modeline alternatif bir yol arayışına girmiş. Wellbees’in temelleri işte böyle atılmış. Girişimcilik hikâyesi sağlık sektöründeki deneyimlerini hareket tutkusuyla birleştirdiği bir keşifle şekillenen Melis, arabasını satıp fitbit benzeri cihazlar satın alarak işe koyulmuş. “E-ticaret sitesine koyduğumda çökmesini bekledim. Ama 2 bin saatten yalnızca 10’unu satabildim.” sözleriyle hayal kırıklığını dile getiriyor. Bunun üzerine cihazları kurumsal şirketlere tanıtmaya başlamış. Fitbit benzeri cihazlar nasıl oldu da uygulama üzerinden erişilen kapsamlı bir esenlik platformuna dönüştü derseniz, Melis şöyle anlatıyor: “Tam da başarısızlığı kabullenmek üzereyken şirketlerden koç, diyetisyen, yoga hocası gibi talepler gelince kurumsal esenlik kavramıyla tanıştım ve ürün grubumu oluşturup 2013’te Wellbees’i kurdum.”Wellbees’in isminden felsefesine kadar Melis’in kişisel değerleri büyük bir rol oynamış. Başlangıçta şirketin ismini “Actifit” olarak belirleyen kurucu zamanla her bireyin esenlik anlayışının farklı olduğunu anlamış. Bunu şu örnekle açıklıyor: “Yeni doğum yapan biri için mental sağlık önemliyken yeni işe başlamış bir genç için sosyal sağlık daha önemli olabiliyor.” Actifit bu farkındalıkla Wellbees’e dönüşmüş. Yolculuğun devamı da dersler ve öğrenimlerle dolu olmuş. Mesela finansman süreci de oldukça meşakkatliymiş. 2021’de $2.5 milyon değerleme üzerinden aldığı ilk yatırımı Melis şöyle anımsıyor: “246 kişiyle görüşüp hepsinden hayır cevabı almak kolay değildi. Birileri size defalarca hayır derken onları anlayarak, daha güçlü bir şekilde devam etmek gerektiğini öğrendim.” Bugün Wellbees Seri A yatırım turunda.“Şirketin ilk yılıydı. Para suyunu çekmiş, hesapta 73 kuruş var, arabada benzin yok! Yürüyerek 1,5 saatte bir şirkete gidiyorum. Şirkete o işi satıyorum. Sonrasında iş oradan dönüyor. O ekranda 73 kuruşu gördüğüm anı unutamam. Hatta gülmüştüm iş büyürse döner bunu hatırlarım herhalde diye.”Şimdilerde 250 bin aktif kullanıcıya ulaşan B2B SaaS girişiminin büyümesindeyse pandeminin kayda değer etkisi olmuş. “Pandemiyle birlikte çalışanların psikolojik ve fiziksel iyilik hâllerine dair farkındalık arttı.” diyen Melis, şirketlerin esenlik kavramına yan hak olarak değil gerçek bir kültür unsuru olarak ihtiyacı olduğunu ifade ediyor. Bu nedenle Wellbees tüm esenlik süreçlerinde liderlerin eğitiminden iletişimine, esenliği işin akışında tanımlayacak entegrasyonlara kadar çok boyutlu ele alıyor.Melis kadın girişimci olarak iş dünyasında karşılaştığı zorlukları da açıkça paylaşıyor. Kadın kuruculara yönelik önyargıların hâlâ yaygın olduğundan ve yatırım süreçlerinde kadınların zorlandığından yana sitemkâr: “Verilere baktığınızda, yalnızca yüzde 2’lik bir yatırımcı grubu kadın kurucuları destekliyor. Bunun sebeplerinden biri, yatırımcıların kadın girişimcilere karşı taşıdığı önyargılar.” Bir diğeriniyse, kuşak araştırmacısı ve yazar Evrim Kuran’ın son araştırmasına atıfta bulunarak anlatıyor: “Kadınlar erkeklere göre çok daha fazla kendini sorguluyor. Açıkçası benim de bunu anlamam uzun zaman aldı.”Ayrıca anne-eş-iş üçgeninde, başarılı bir kadın girişimci olmanın çok sayıda zorlukla birlikte geldiğini ama her şeyin dengeyi kurarak yürütülebileceğini vurguluyor. “Havada çok top var. Bunların düşebileceğini kabul etmek, düştüklerinde de bunun dünyanın sonu olmadığını fark etmek ve kendine sürekli vurmamak enerjimi çok artırdı. Ama çok zorlandığımı da itiraf etmeliyim.” cümleleriyle bu denklemi yönetmenin zorluklarına da değiniyor.Kendine Batan İğneden Yola Çıkmak“İmkânsız diye bir şeye inanmıyorum. Sadece henüz keşfedilmemiş.” diyen Dr. Günet Eroğlu oğlunun disleksini çözmeye çalışırken bir akademik kariyer ve nöroteknoloji şirketi kurmuş.-Sinem Arslan’la Sohbetinden“Ne yapacağımı bilmiyordum ama öğrenmem gerekiyordu.” Çocuğu tanı aldığında ne hissettiğini sorduğumuzda böyle diyor Eroğlu. Ve kendini disleksik bireylerin beyinlerinin nasıl çalıştığını ve öğrenme güçlüklerinin üstesinden nasıl gelinebileceği dair bir doktora çalışmasının içinde bulmuş. Yaptığı klinik çalışmalarda başta disleksi, epilepsi, otizm, alzheimer gibi hastalıkların modern dünyada insan beyninin maruz kaldığı epigenetik dönüşümün bir sonucu olduğunu keşfetmiş. Sonra da yapay zekâ teknolojisinin gücünü arkasına alarak, tez sürecindeki akademik danışmanları, mühendisler ve tıp doktorlarından oluşan bir ekiple 2017’de Auto Train Brain’i kurmuş.Auto Train Brain yapay zekâ destekli, EEG tabanlı ve nörogeribildirim temelli bir mobil uygulama. Ve yapısı gereği son derece teknik terimlerle tanıtmaktan başka şansımız yok ama eminim konuyla uzaktan yakından alakası olanlar az sonra sayacaklarımı anlayacaktır: Epigenetik rahatsızlıklardan kaynaklanan nörolojik sorunlara her gün gelişmekte olan teknoloji ve eğitim metodolojisi vasıtasıyla çözüm vadediyor. İnvaziv olmayan girişimler arasında en yüksek etki seviyesine (0,88) sahip ürün, özellikle öğrenme güçlüğü ve diğer nöroçeşitlilik durumlarında yüzde 83 net tavsiye skoru elde etmiş. Geliştirdiği yazılımları gerekli donanımlarla birleştiren ekip, bu ürünle ev konforunda, hızlı, düşük maliyetli ve aradaki uzman ihtiyacını ortadan kaldırarak doğrudan ihtiyaç sahibine, yani tüketiciye ulaşıyor.Bu satış stratejisini seçmesinin sebebiyse her ne kadar dünyada epigenetik kaynaklı nörolojik rahatsızlıkların sayısı artsa da çözümün pek de ulaşılabilir olmaması. Özellikle de konu çocuklar olduğunda. İkâmet ettiğimiz yerde rehabilitasyon ya da özel eğitim merkezi bulacağımızın garantisi yok. Hoş, olsa da, en az dört yıl sürecek bir eğitime bütçemizin ya da sabrımızın yetip yetmeyeceği de muamma. Bir de pandemi gibi elimizi kolumuzu bağlayan süreçler gelip çattığında… İşte o zaman elinizin altında bir çözüme ihtiyaç duyuyorsunuz. Eroğlu ve ortakları da tam da bu sorunları düşünerek geliştirdikleri ürünleriyle pandemi sürecinde ayakta kalabilmiş ve hatta neredeyse 5 bin haneye ulaşmış.Yalnızca tüketiciler değil bilim dünyası ve yatırımcılar da bu çözümün gücüne inanmış gibi görünüyor zira Auto Train Brain TÜBİTAK 1512 BİGG Girişimcilik Destek Programı kapsamında Erciyes Teknopark’ta kurulmuş ve Sabancı Üniversitesi Inovent A.Ş. tarafından da destekleniyor.Girişimciliğin özü, hep bir sonraki adımı planlamak gibi görünse de bu planı neye dayanarak yaptığınız da bir o kadar önemli. Durup bir önceki adımınızı incelemek, durumunuz hakkında en gerçekçi resmi görmenin en kestirme yollarından biri. Eroğlu da bazı hatalarından ders almış. En büyük pişmanlığının klinik çalışma ve akademik arka plana odaklanıp ilk günden beri pazarlama ekibiyle çalışmamak olduğunu söylüyor: “Her ne kadar Afrika’dan bile kullanıcılarımız olsa da daha fazla kurumsallaşmak istiyorum. Bu hastalıklar evrenselse sunduğumuz çözüm de herkese ulaşmalı.” Üstelik mucizeviliğini gizemine borçlu olsa da beynin yapısı, işleyişi ve gelişimi hakkında gitgide daha fazla şey öğreniyoruz. “İlk çıktığımızda teknoloji de, benim bilgim de sınırlıydı. Sadece EGG’yle ilerlerken zaman içerisinde medikal taraf, yapay zekâ, sensör verileri de ilerledi. Bu sayede biz de farklı tüketici segmentlerine hizmet eden, ürün gamını çeşitlendirmiş bir nöroteknoloji şirketine dönüştük.” diyor.Öğrendiği bir başka konu daha var: Ne zaman geri çekileceğini bilmek. Yolculuğun en başından beri yürüttüğü yönetim kurulu başkanlığını sekiz aydır planlı bir şekilde bırakmaya çalışıyormuş. “Şirket anne gözünden uzaklaşmalı.” diyerek, var ettiği yapının büyümesi için gereken alanı tanımaya hazır olduğunu gösteriyor. Araştıran ve sorgulayan bir annenin, akademik bir ekiple oğlunun derdini çözmek için çıktığı bu yolda kurduğu girişim, bugün 13 kişilik ekibinde eksikliğini hissettiği satış ve pazarlama yetenekleriyle güçlenmiş, çok iştirakli bir nöroteknoloji şirketine dönüşmüş. Biri Türkiye’de ikisi de ABD’de olan yeni yapıda ana tema longevity. Zira beynin sır kapıları aralandıktan sonra uzun yaşama bir adım daha yaklaşacağımız apaçık ortada.Annelikten GirişimciliğeÇocuğunun sağlığı için doğanın sunduğu gücü keşfe çıkan bir annenin global başarıya dönüşen yolculuğu.-Beste Göksel’le sohbetindenHayat bizi bazen beklemediğimiz, bilmediğimiz, bazen canımızı sıkan ama tam da ihtiyacımız olan noktaya taşır. Girişimcilik de kimi zaman hayatın bu cilvesinden nasibini alır: İhtiyaçtan doğar, zamanla tutkuya dönüşür ve sonunda hayatı değiştiren bir hikâyeye evrilir. Rosece’nin yolculuğu da işte tam olarak böyle başlamış.Biyolog ve botanist Nurgül Dirlik kızı Gülce’nin atopik dermatitiyle mücadelesi sırasında doğal, güvenilir ve etkili bir ürün bulmanın ne kadar zor olduğunu fark etmiş. Kimyasal içeriklerden arınmış, gerçekten saf ve cilde dost formüller geliştirmek için yola çıkmış ve botanik ve dermatoloji konularındaki uzmanlığını, kişisel ihtiyaçlarının şekillendirdiği bir vizyonla harmanlamış. Önce kendi çocuğu için ürettiği bu ürünler, zamanla başka annelerin ve doğal içeriklere önem verenlerin hayatına dokunmuş. Bugün Rosece bilim ve doğanın gücüyle büyüyen bir marka olarak varlığını sürdürüyor.Girişimin en büyük yapıtaşlarından biri, ardındaki bilim ve kişisel deneyimin birleşimi. Gülce büyüdükçe ve cilt ihtiyaçları değiştikçe Rosece de onunla birlikte evrilmiş. Ergenlik döneminde sivilce ve akneye yönelik ürünler geliştirilirken Dirlik diğer kızı Ege Mira’nın makyaj ürünlerine ilgisinin renkli kozmetik serisini ekleme fikrini doğurduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Yani ihtiyaçlarımız doğrultusunda, kendimize iyi gelen ürünleri önce kendimizle sonra tüketiciyle buluşturduk.” “Bu yoğunlukta zorlanmıyorum diyemem. Ama gelişim için zorlanmanın gerekli olduğunu düşünenlerdenim. Zorlanmanın ve yoğunluğun verdiği o itici güç beni daha yaratıcı biri yapıyor. Enerjimizi nereye koyarsak hayat orada gelişir.”Başlangıçta dört bebek ürünüyle yola çıkan marka bugün ürünlerini 12 ülkenin tüketicisiyle buluşturuyor. İlk yıllarda Ortadoğu’yla başlayan ihracat atılımı bugün Avrupa, Amerika, Kanada, Avustralya, KKTC, Azerbaycan ve Rusya gibi ülkelere genişlemiş. Dirlik “Aldığım kadın girişimci destekleri ve ilk yılımızda gelen ihracat talepleri markanın büyümesinde çok etkili oldu.” diyor. Büyüme yolculuğundaki bir diğer itici güçse doğrudan tüketiciye satış modeli. Websitesi ve sosyal medya kanalları üzerinden müşterileriyle bire bir iletişim kurarak sadık bir kitle oluşturan marka zaman içinde de e-ticaret platformlarıyla yaptığı işbirlikleri sayesinde erişim alanını genişletmiş.Tüm bu büyüme ve değişim sürecinde Rosece’nin temel ilkeleri hiç değişmemiş: Doğallık, etik pazarlama, sürdürülebilirlik ve kaliteyle etkinlik. Ürünleri tasarlarken tamamen doğal kaynaklı ve toksik maddelerden arındırılmış içerikler seçmeye ve çevreye ya da canlılara zarar vermeden üretmeye özen gösteriyorlar. Ar-Ge ekibi biyolog, immünolog ve kimyagerlerden oluşuyor ve her bir formül titizlikle geliştiriliyor. Fakat Dirlik temiz içerik konusunda sektör genelinde aşılması gereken büyük zorluklar olduğunu belirtiyor. Doğal etiketi taşıyan her ürünün gerçekten doğal olmaması, halihazirda etiket okuma alışkanlığı tam anlamıyla oturmamış tüketicinin doğru ürünü ayırt edebilmesini zorlaştırıyor. Kurucu bu nedenle Rosece’nin şeffaf iletişim ve bilinçlendirme çalışmalarını önceliklendirdiğinin altını çiziyor. Tüketiciye etiket okuma alışkanlığı kazandırmayı hedefleyen bir iletişim stratejisiyle hareket ediyor. Yalnızca bu da değil. Şirket güzellik algısına yönelik dayatmalara karşı da tüketiciyi bilinçlendirmeyi gaye edinmiş. “Değişim içeriden başlar.” düşüncesiyle, kadın bedenine ve format güzelliğe yönelik pazarlama yöntemlerine sırtını dönüyor ve bu yanılgıyı besleyen ticari ifadeleri kullanmıyorlar. Dirlik “Kadınların, cildin ve bedenin doğal görünümünü kusur sayan güzellik formatlarından uzaklaşmasını ve özgürleşmesini destekliyoruz.” sözleriyle Rosece’nin DNA’sına işlemiş hassasiyetlerini dile getiriyor.İş Hayatında Eşitlik için Eksik Parça:Süt Sağma OdalarıEmziren annelerin iş hayatında karşılaştıkları engellerden biri süt sağma odası eksikliği. Oysa bu küçük yatırım,büyük kazanımların yolunu açıyor.-Beste Göksel’le sohbetindenYeni çocuk sahibi olmuş bir kadın için iş hayatına dönüş profesyonel bir kararın ötesinde fiziksel, duygusal ve lojistik pek çok değişkeni içeren bir yolculuk. Bu sürecin belki de en temel ihtiyaçlarından biri olan emzirme ve süt sağma ihtiyacıysa ne yazık ki hâlâ birçok işyerinde göz ardı ediliyor. Öyle ki Türkiye’de her dört şirketten yalnızca birinde süt sağma odası bulunuyor ve işverenlerin yarısı, emziren annelerin ihtiyaçları konusunda yeterli bilgiye sahip bile değil. Bu eksiklik yalnızca anneleri değil, iş dünyasındaki cinsiyet eşitliğini, yetenek yönetimini ve şirketlerin uzun vadeli başarısını da doğrudan etkiliyor.Bu veriler Philips Avent’in katkılarıyla, TÜRKONFED’in düzenlediği kuruma üye 403 şirketle gerçekleştirilen anketten. Söz konusu çalışma emziren annelerin iş hayatında karşılaştıkları zorluklara dikkat çekmek, doğum sonrası işe dönüşlerini kolaylaştırmak ve böylece kadınların iş hayatındaki rollerini güçlendirmek amacıyla yaklaşık 10 yıl önce başlayan Philips Avent Süt Saatim Projesi kapsamında gerçekleştirilmiş. Şimdiye kadar 250’den fazla işyerinde çalışan 40 binden fazla kadına destek olan proje, şirketlere ekipman desteği sunmanın yanı sıra süt sağma odalarının ideal koşullarda hazırlanmasında rehberlik de ediyor.Philips Kişisel Sağlık Ürünleri Türkiye Pazarlama Lideri Burcu Okudur bu konunun bireysel bir sorun olmadığı, kadın istihdamını ve işyerindeki çeşitliliği doğrudan etkilediği görüşünde. “Anneler için bir zorunluluk olan süt sağma işlemi için uygun bir ortamın bulunmaması kadınların kendini güvende hissedememesine, hatta kariyer planlarını yeniden şekillendirmesine yol açıyor.” diyerek bu sorunun varabileceği noktaları da gözler önüne seriyor.Peki hem bireysel hem toplumsal açıdan bu kadar ciddi sonuçları olabilecek bir konu neden böyle göz ardı ediliyor? Anket işverenlerin süt sağma odalarına yönelik algısını ortaya koyuyor. Buna göre:- İşverenlerin yarısı bu ihtiyaca dair yeterli bilgiye sahip değil.- Yüzde 70’i süt sağma odalarının çalışan annelerin verimliliğini artırdığını düşünüyor.- Fakat şirketlerin yalnızca yüzde 25’inde süt sağma odası bulunuyor. Bu oran gıda ve enerji sektörlerinde daha yüksek.- Çalışanlarına süt sağma odası desteği sunmayı planlayan şirketlerin oranıysa yüzde 45. Bu veriler iş dünyasında farkındalığın giderek arttığını ama henüz somut adımların yeterince atılmadığını gösteriyor. İşverenlerin çoğu süt sağma odalarının uzun vadede çalışan memnuniyeti ve şirket sadakati açısından büyük fayda sağlayacağını bilse de, Okundur’a göre bütçe, alan ve talep eksikliği gibi gerekçelerle bu ihtiyacı ikinci plana atabiliyor. Şirketler yetenek kaybediyor. Üstelik sırf yanlış algı yüzünden. Halbuki herkesin kazandığı bir denklem de mümkün. Nitekim Okudur çalışan anneleri destekleyen şirketlerin uzun vadede daha başarılı olduğuna dikkat çekiyor: “Kadın çalışanları destekleyen işyerleri yalnızca daha yüksek bağlılık ve verimlilik elde etmekle kalmıyor, aynı zamanda yetenekli çalışanları bünyesine katmak konusunda da avantaj sağlıyor.” Varlıkları harika. Peki bu odaların eksikliği kadın çalışanlar için nasıl sonuçlar doğuruyor?Okudur motivasyonlarını düşürdüğünü ve işyerlerine bağlılıklarını zayıflattığını vurguluyor. Zira emzirme sürecinin devamı, bebeğin sağlıklı gelişimi kadar annenin psikolojik ve fiziksel sağlığı için de kritik. “Çalışan anneler ofiste uygun bir ortam olmadığında genellikle hijyenik olmayan, mahremiyeti kısıtlı ve sağlıksız alanlarda süt sağmak zorunda kalıyor.” sözleriyle Okudur hem yükte hem pahada hafif bu uygulamanın önemini ortaya koyuyor. Süt sağma ihtiyacına duyarsız olan işyerlerindeyse çalışan kadınlar çoğu zaman bir tercih yapmak zorunda kalıyor: Ya emzirme sürecinden erken vazgeçiyorlar ya da iş hayatlarına ara veriyorlar. Bu ikilem kadınların kariyerlerinde ilerlemelerini zorlaştırıyor ve iş dünyasında cinsiyet dengesizliğini derinleştiriyor.Kısacası, süt sağma odaları yalnızca bir fiziksel alan meselesi değil. Kadınların iş hayatındaki varlığını güçlendiren, destekleyen, kadın istihdamına katkı sağlayan, eşitlikçi ve kapsayıcı bir iş kültürü oluşturmanın bir parçası. İş dünyasında kadınların daha fazla yer almasını isteyen her şirket ihtiyaçlarını göz ardı etmemeli.*Philips bu projeyle süt sağma odası kurmak isteyen şirketlere ücretsiz danışmanlık ve ekipman desteği sağlıyor. Bu konuda daha fazla bilgi www.sutsaatim.com’da. Unutmayın, küçük bir adım, büyük bir dönüşüm başlatabilir.Bu yazı, Inc. Türkiye Mart - Nisan 2025 sayısındadır. Abonelere özel çok daha fazla içerik için şimdi size özel tekliflerimizi inceleyin!