Son dönemlerde sık sık hikâye anlatıcılığına başvurulduğunu gözlemliyorum. Birdenbire nereden çıktı bu diye sorguluyorsanız sizin için cevaplayayım. Çocukluğumuzdan beri zihnimizin alışık olduğu hikâyeler biz büyüyüp çalışma hayatına başlasak da aklımızda kalan en önemli unsurlardan biri. Hikâyeler, hem akılda kalabilen birçok tekniği içeriyor hem de insanların duygularına hitap ederek etkisini büyütüyor. Bu nedenle, Pamuk Prenses’in hikâyesini hafızamızın derinliklerinden çok hızlı bir şekilde çekip yüzeye çıkarabiliyor, ama şirketimizin satış rakamlarının geçtiğimiz 10 yıla göre yüzde kaç arttığını hatırlamakta zorlanıyoruz.Bir şirketin CEO’su olduğunuzu hayal edin. Belki de zaten öylesiniz. Haftada kaç analiz, rapor ya da veriye maruz kalıyorsunuz? Şimdi geçtiğimiz her ay ve yılda bunun katlanarak çoğaldığını düşünün. Bir de buna, verilen rakamlardan bağımsız bilgileri ekleyelim. Resmen dipsiz bir kuyu. “İşimiz bu, tabii ki hatırlayacağız, ezberleyeceğiz. İlgili kişiler zaten bunları biliyor.” diyebilirsiniz. Fakat bu bilgilerin önemli olduğu, aksiyona dönüştürülebileceği inancıyla günlük hayatında da bu bilgileri heybesinde taşıyan kişiler de var. Bir düşünün sizce bu kişilerin iletmeye çalıştığı mesajlar ne kadar yerine ulaşıyor?İletişim, tarzlarına göre dört kategoriye ayrılır.Hepimiz markaların pazarlama stratejileri gereği gün içinde bir sürü mesaja maruz kalmaktan yakınıyoruz. Yine aynı şekilde işte yaşadığımız mesaj trafiği de yadsınamayacak kadar yoğun. Beynin soyut ve somut tarafının baskınlığının da kişiden kişiye değiştiğini göz önünde bulundurduğumuzda, mesajımızı iletişim kurduğumuz kişilere ne kadar iletebiliyoruz? Mesajımızın önemini vurgulamak ve aksiyon alınmasını sağlayabilmek çaba gerektiriyor, değil mi? Hikâyelerimizi iyi aktarabilmek için gerekli olan, etkili ve etkin iletişim kurmaktır.İletişim tarzlarımız birbirinden farklı. Alan Barker, Etkili İletişim kitabında iletişim tarzlarını dört kategori altında inceliyor. Analitik anlatıma sahip bireyler çevreyi veri, rakam ve sistemlerle algılarken işlevsel süreçlerle ilgilenir ve sadece en iyi sonuca odaklanır. Sosyal iletişim tarzına sahip bireylerse tıpkı diplomatlar gibidir. Soru sormaya odaklanarak dinler, ilişkilerini duygusal boyutta da geliştirebilirler. Dışavurumsal tiptekilerse, insanlar üzerinde bir izlenim yaratma gayesiyle iletişim kurar. Daha çok, seyirciye hitap eder gibi öykü ve imgelerden faydalanır. Her insanın bu dörtlü eksende güçlü ve zayıf olduğu yerler vardır. Ayrıca yine Barker’ın belirttiği gibi, herkes kendi iletişim tipindeki kişilerle daha iyi anlaşır.Hem kendimizin hem de karşımızdakinin iletişim tipini bilememek bizde çıkmaz bir sokaktaymış hissi uyandırabilir.Hikâyenizi, karşınızdakinin ilgi alanına göre oluşturun.Bu karmaşada boğulmamak adına hep birlikte bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz? Diyelim bir gün masanızda oturuyorsunuz, e-postanıza kampanya analizine dair bir rapor düştü. Ekini açtığınızda attığınız yeni bir adımın çok işe yaradığını ancak ciroya etkisinin dikkat çekecek kadar büyük olmadığını gördünüz. Fakat yine de bunun mutlaka anlatılması, hatta aksiyon alanının genişletilmesi gerekiyor. Öncelikle nedenini araştırırsınız ya da ekip arkadaşınızdan detaylı analizler yapmasını istersiniz. Rakiplerinize dair araştırmaları da konuya dahil edersiniz. Ardından buna benzer kampanyaların performanslarına bakarsınız. Kreatifte değişikliğe gittiyseniz etkilerini ölçecek farklı analizler de yaparsınız. Elinizde bunu sunuma dökecek yüzlerce satır Excel dosyası ve girdiyle bir sunum açıp ekrana bakmaya başlarsınız. İçinizden bir ses, “Nereden başlasam, nasıl anlatsam.” Kötü giden herhangi bir iş, anlatılması gereken farklı bir başlıkta da aynı şekilde içimize işler. Sonra bir sunum hazırlarsınız, karşınızdakine bu durumu çok iyi anlattığınızı düşünürsünüz. Bulduğunuz bu iyi fikri yaygınlaştırmak istediğinizi söyler veya risk aldığınız bütçe talebinizle birisinin gözlerinin içine bakmaya başlarsınız. Cesur liderler de olumlu olabilir, değil mi? Peki ya karşınızdaki o gün bir krizle boğuşuyor ve dikkatini size veremediği için projenize red yanıtı alırsanız?Aslında bu her gün yaşadığımız hayatın kısa bir örneği. O zaman karşınızdakinin her daim ilgisini çekmeniz gerektiğini biliyorsunuz. Rakamlar, grafikler kendi yalnızlıklarıyla sunumlarda çok can sıkıcı görünebilir.Karşınızdakinin ilgi alanını biliyorsanız mutlaka buna uygun bir hikâye oluşturun. Örneğin tenis seviyorsa bu kampanyayı topspinli bir forehand vuruşuna, film seviyorsa Star Wars’ta Luke Skywalker’ın Death Star’ı vurduğu ana benzetebilirsiniz. Hatta sunumu bunun üzerine bile kurgulayabilirsiniz. Akılda kalmaya odaklanın.Sunum yapacağınız zaman rakamları görselleştirmek en önemli unsurlardan biri. Fakat görselleştirmenin de bir hikâyesi olmalı. Çoğu kişi rakamları sunuma koyup karşıdakilerin bu grafikleri okumasını bekler. E-postanın ekine sadece Excel dosyası koyup gönderen versiyonlardan hiç bahsetmiyorum bile. Bunu yaptığınızda dinleyicinin odağını kendinizden uzaklaştırırsınız. Tüm dikkatleri artık sunumdaki sayfadadır. Siz de sadece rakamlardaki değişimi anlatır durursunuz. Anlattıklarınızın akılda kalması da iyice zorlaşır. Bu yüzden anlatacaklarınızı en yalın hâliyle görselleştirmek ve mesajınızı açık ve net bir şekilde aktarmak zorundasınız. Storytelling with Data kitabının yazarı Cole Nussbaum Knaflic’e göre, hangi tip grafik çizeceğiniz ve ne kadar sık veri ekleyeceğinize karar vermek de bu anlamda oldukça kritik. Bunu yaptıktan sonra verilerinizin görsellerini birkaç kişide test edin ve mutlaka alternatifler hazırlayın. Sunumunuza yazdığınız yazılar, koyduğunuz grafikler kolay okunuyor mu? Karşınızdaki kişi mesajı hızlıca alabildi mi? Vurgulamak istediğiniz yer dikkat çekiyor mu? Bu sorulara siz de yanıt veremiyorsanız o analizi kaldırın gitsin.Hikâyenize mutlaka bir aksiyon ekleyin.Konuyu retrospektif bir şekilde anlatmak istediğinizde bazı verileri karşınızdakine aktarmanız gerekir. Vurgulamak istemediğiniz, ana mesajınız olmayan, sadece bilgi olarak aktardığınız analizlerin kısa özetini mutlaka yazın. Burayı mümkün olduğunca sade bırakın. Mesajınızı netleştirmek için hikâyeleştirme tekniklerinden faydalanın. (Bununla ilgili daha fazla bilgi almak için Sinan Sülün’ün İş Hayatında Hikâyeleştirme kitabını okumanızı öneririm.) Trikolon (üç ifadeli söz) ve tekrarlamanın faydasını bilirsenizhikâyenize veriyi de hızlıca entegre edebilirsiniz. Böylece karşınızdakinin dikkatini çekmek istediğinizde dört ya da beş madde sayıp geçmek gibi bir hataya düşmezsiniz.Veriyle hikâyeleştirmenin en önemli unsurlarından bir diğeriyse verilere dair aksiyon önerisine sahip olmak. Çoğu veri tartışmalarının, hatta büyük araştırma şirketlerinin çalışmalarından yararlanan markaların aksiyon almadığına şahit oldum. Mesela birçok marka, “Yaptığımız araştırma sonucunda x tipi müşterilerimizin bekar olduğunu fark ettik.” gibi cümlelerle noktayı koyuyor veya bekarlara yönelik minör aksiyon alıp çılgınca satış yapmayı bekliyor. Eğer siz hikâye anlatıcısı olarak böyle bir veriye sahip olursanız, önerilerinizi bir kağıda sıralayın, önem sırasına göre puanlayıp alınması gereken aksiyonları belirlemeyi atlamayın.Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.Çok daha fazlası için Inc. Türkiye bültenlerine kaydolun.