İnsanlar arası etkileşim, karmaşıklığı ve detaylarıyla büyüleyici bir sanat eserini anımsatır. Bu eserin en canlı ve göz alıcı parçası ise iletişimdir. Peki, etkili bir iletişimin kalbinde ne yatar? Bazılarımız bilgiyi en açık ve net şekilde aktarmayı savunurken, bazılarımız empati ve etkin dinlemeyi, bazılarımız ise ikna edici konuşma yeteneğini öne çıkarır. Elbette, bunların hepsi çok önemli faktörlerdir. Fakat sıklıkla göz ardı edilen bir yön daha bulunur; hikâye avcısı olmak.Bu konuda en özgün örnek, dünya çapında “Hikâye Avcısı” olarak anılan Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’dur. Galeano, hayatının çoğunu insanların deneyimlerini ve duygularını inceleyerek geçirdi. Her hikâyeyi, bir mücevher gibi özenle topladı ve biriktirdi. Bu hikâyeler sadece tarihin izlerini taşımıyor, aynı zamanda insanlığın ortak anılarına da ışık tutuyordu. Aslında Galeano'nun bizlere bıraktığı en değerli armağan, hikâyelerin ve hikâye anlatmanın dönüştürücü gücüydü.Galeano, her bir hikâyeyi dünyayı yeniden görmemize ve başkalarının yaşamlarını içtenlikle anlamamıza izin veren bir pencere olarak değerlendirdi. Hikâyelerini, insan doğasının en derin duygularını aktarmanın aracı olarak kullandı ve anlatıcıyla dinleyiciyi birleştiren köprü inşa etti. Galeano'nun ‘Hikâye Avcısı’ olarak sergilediği bu benzersiz yaklaşım aynı zamanda bize etkileyici bir anlatıcının nasıl olması gerektiğini de öğretti. İnsanın ruhunun derinliklerinden gelen hikâyeleri keşfetmek ve bu hikâyelerle samimi bir bağ kurmak, iyi bir hikâye avcısı olmanın belki de en önemli anahtarıydı.İş dünyasında başarının sırrı da hikâye avcılığında yatıyor. Tıpkı Eduardo Galeano gibi, Steve Jobs, Jeff Bezos, Sheryl Sandberg gibi liderler de hikâye anlatımının gücünün farkında etmiş ve bu gücü en iyi şekilde kullanıyor. Ürünlerini, fikirlerini ve vizyonlarını anlatırken seçtikleri hikâyeler, dinleyicilerine sadece bilgi vermekle kalmıyor, onları derinden etkileyip motive ediyor. Bu yüzden iş dünyasındaki birçok lider hikâye avcılığı yeteneğini benimseyip bu alanda güçlü anlatıcılara dönüşüyor.Dolayısıyla içinde bulunduğumuz bu hız çağında hikâyeleri yakalamak için Eduardo Galeano gibi dünyayı görmemiz, dinlememiz ve hissetmemiz gerekiyor. Yanından geçip gittiğimiz ağaçta mevsimlerin geçişini görmek, deniz kenarındaki bir banka oturup gün batımını seyretmek, birlikte yemek yerken bir an eşimizin saçında beliren ilk beyaz telin farkına varmak, saksıya ektiğimiz domateslerin çiçek açtığına sevinmek, çocuğumuzun ilk sözcüğünü söylediğini duymak, görmenin görülmekten, sevmenin sevilmekten, mutluluğun başkalarının mutluluğundan geçtiğini bilmek, sadece iyi bir hikâye avcısı olmamızı sağlamayacak, aynı zamanda kendimize ait harikulade bir hikâye de yaratmamıza yardımcı olacaktır.Son olarak, Galeano’nun bu hikâyesinde anlattığı gibi dünyaya her zaman bitmez tükenmez bir merakla bakmak hayatımızı çok daha zengin ve anlamlı kılacaktır.“İspanyolcada coşku anlamına gelen entusiasmo sözcüğünün kökeni Antik Yunan’a dayanıyor ve orada şu anlama geliyordu; tanrıları içinde taşımak... Bir çingene kadın yanıma yaklaşıp geleceğimi okumak için elimi kavrayınca beni rahat bırakması için ona istediğinin iki katı para veriyorum. Ben geleceğimi bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum. Meraktan yaşıyor ve meraktan hayatta kalıyorum.” [1][1] Eduardo Galeona, çev. Süleyman Doğru Hikâye Avcısı , Sel Yayıncılık, İstanbul, 2017Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.