Bir ağaç düşünün. Kökleriyle sağlam, dallarıyla özgürce uzanıyor. Ne gösteriş peşinde ne de başkalarına benzemeye çalışıyor. Gücünü de doğallığından alıyor. Peki ağacın renkleri nereden geliyor?Kendi özünden…“Ağaçlar toprağın göğe yazdığı şiirlerdir.” der Halil Cibran. Liderlik de böyle değil mi? Başkalarına benzemeye çalışmak yerine kendi tarzını oluşturmak ve anlamlandırmak.Tıpkı ağaçların aynı toprakta bile farklı şekillerde büyümesi gibi, liderlik de kişiye özgü. Bir lider ancak kendi özünden beslendiğinde özgün ve güçlü olabilir. Kendi tarzını oluşturmaksa bireysel kimliğini koruyarak, köklerinden aldığı güçle ilerlemek ve çevresine değer katmak demek. Nasıl ki her ağaç ışığa ulaşmak için büyürse liderler de sürekli öğrenerek, gelişerek ve başkalarına ilham vererek dönüşür.Özgünlük neden önemli?Dil devriminden sonra kullanılmaya başlanan özgünlük kelimesi “öz” sözcüğünden türetilmiştir. Özgünlük kimseye benzememek, tamamen orijinal ve yaratıcı olmak demek. Bir orkestra şefi düşünün. Eser aynı eser, müzisyenler aynı müzisyenler ama her şefin yorumu farklı. Çünkü müziğe kendi rengini katıyor. Kendi renklerini bulmak, hangi mevsimde olduğunu fark etmek ve ona uyum sağlamaktır. Kimileri hep baharda kalmak ister, kimileri kıştan korkar. Oysa kış tıpkı doğada olduğu gibi, insan için de bir hazırlık dönemi. Zorluklarla yüzleşmek, içsel farkındalığı artırmak ve bahara güçlü girebilmek için her mevsimi kabul etmek ve onun sunduğu dersleri almak gerek. Gerçek toplumsal gelişimse ancak özgün bireylere açacağımız alanla olur. Ama toplumlar bazen özgün olan bu bireyleri farklı gördüğünden ötekileştirip onları dışlama eğiliminde. Foucault ve “Deliliğin Tarihi”: Özgünlüğün Tarihsel PerspektifiBu noktada Michel Foucault Deliliğin Tarihi kitabında Avrupa’da deliliğin tarihsel olarak nasıl inşa edildiğini ve toplumsal algısının nasıl değiştiğini inceler. Foucault deliliğin her yerde kabul gören sabit bir olgu olmadığını, aksine tarih boyunca farklı biçimlerde kavramsallaştırıldığını ve toplumsal, kültürel, politik süreçler sonucu inşa edilmiş bir konsept söyler. Foucault toplumun normal ve anormal kavramlarını nasıl inşa ettiğini analiz ederken Ortaçağda akıl ve delilik arasında kesin ayrım yokken 19’uncu yüzyıla geldiğimizde psikiyatri biliminin gelişmesi ve vatandaşlık konseptinin inşasıyla delilik tıbbi bir sorun olarak ele alınmaya başlandı. Foucault’ya göre bu iktidarın tanımladığı akılcılığın otoritesini pekiştirmek için yapılan bir girişimdi. Toplum da iktidarların belirlediği kalıplara uyan normaller ve uymayan, deli olarak yaftalanan marjinaller üzerinden ayrışmaya başladı. Bu ayrışma bugün farklılıklara olan tahammülsüzlüğümüzün ilk somut adımı değil de nedir ? Oysa tarihe bakarsak tüm toplumsal ve bilimsel ilerlemeler hep bu dışlanan, ötekileştirilen özgün bireylerle gelmedi mi? Yaratıcılık ve Özgünlük: Nevi Şahsına Münhasır OlmakYaratıcı Zekâ Kuramı’na göre Robert Sternberg, yaratıcılığın temelinde alışılmadık bağlantılar kurabilme yeteneğinin olduğunu belirtir. Özgün bireyler sıradan insanların ilişkilendiremediği fikirleri bir araya getirerek yeni bakış açıları ve çözümler üretir. Osmanlı dönemindeyse özgün kişiler için nevi şahsına münhasır ifadesi kullanılırdı. Bu bağlamda nevi şahsına münhasır kişiler, Sternberg’in yaratıcılık tanımına tam olarak uyan bireylerdir. Onlar alışılmış yolları takip etmek yerine, kendilerine has yollar açan, yeni perspektifler geliştiren ve dünyaya kendi yorumlarını katanlar olarak öne çıkar.Osmanlı’dan günümüze kadar değişmeyen bir gerçek var: Gerçek yaratıcılık bireyin kendine özgü olabilme cesaretinden doğar. Özgün liderlerse taklit etmez, kalıplara sıkışmaz, risk alır ve vizyonlarını cesaretle hayata geçirir.Bir liderin özgün olması da tarihsel ve toplumsal normları sorgulayarak bireysel farkındalığını ve liderlik tarzını geliştirmesiyle mümkün.Özgün ve Dışlanan Bir İsim: Albert Einstein’ın hikâyesini düşünmekKüçükken geç konuştuğu için öğretmenleri onun yetersiz olduğunu söylemiş. Ama annesi onun farklılığını bir eksiklik olarak görmek yerine potansiyel olarak değerlendirmiş. Toplumlar genellikle Einstein’ın öğretmenleri gibi davranır. Farklı olanı hemen uygunsuz diye etiketler. Ama asıl mesele farklı olmak değil, sizi görebilecek bir gözün olup olmadığıdır. Belki de sorun özgünlüğe izin verilip verilmemesinde değil de bu eksik bakış açısında yatar. Yani farklılığın getirdiği değeri görecek gözler az olmasında.Özgün bir ruha sahipseniz kendinizi ormanda yolunu arayan biri gibi hissedebilirsiniz. Çoğu kişi size yanlış yolda olduğunuzu söyleyebilir. Fakat bir gün bir ışık yanar, biri sizi fark eder ve aydınlatır.Özgün bireylerin hikâyeleri yaygınlaştıkça diğerleri de cesaret bulur. Bir kıvılcım bir diğerini yakar. Sonunda orman yolunu kaybedenlerle değil, yeni yollar açanlarla dolar.Özgünlüğü görebilen insanlar arttıkça farklılık tehdit olmaktan çıkar, ilham kaynağına dönüşür. Victor Hugo’nun dediği gibi “Kendi ışığına güvenen, başkasının parlamasından korkmaz.”Öyleyse soru şu: Sen sadece yolunu mu arıyorsun, yoksa kendi ışığını yakmaya hazır mısın?Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.