Bir film seyrettim, hayatım zenginleşti… Bütün insani duyguları yaşadım. Zaman zaman hüngür hüngür ağladım, zaman zaman güldüm, kızdım, heyecanlandım. Oh be, dedim. İyi ki, dedim. İyi ki acı tatlı, hüzünlü, öğretici, gurur duyacağımız hikâyelerimiz var. Aklımdan verdiğimiz savaşlar, mücadeleler, gözünü kırpmadan canını veren, vücudunu mermilere, oklara siper eden isimli isimsiz kahramanlarımız geçti teker teker. Ve tabii bu kahramanlara yol gösteren komutanlar, tarihe ismini büyük harflerle kazıdığımız liderlerimiz… İşte, Atatürk 1881-1919 filmi bana bunları hissettirdi. Düşündüm. Bildiğimiz bütün ezberlerin bozulduğu bir çağda yaşıyoruz. Kriz üstüne kriz. İnsanlığın hâkim olamayacağı kadar büyük sıkıntıların içinde boğuluyoruz neredeyse. Hem Ukrayna-Rusya hem Filistin-İsrail savaşları, Suriye'deki gelişmeler, Afrika’daki darbeler, çatışmalar, açlık, kuraklık, depremler, rekor seviyede sıcaklıklar, seller, Hollywood’da yapay zekâ tehdidi, markalara boykotlar… İnsanlık büyük bir sınavdan geçiyor. Biz iletişim profesyonelleri de zeminin bazen altımızdan çekildiğini hissetmiyor değiliz. Bu kadar felaketin yaşandığı bir çağda iletişimde hangi yöntemleri kullanacağız? İtibar yönetimi mi yapacağız? Kriz iletişimi mi? Dezenformasyon veya manipülasyonla nasıl başa çıkacağız? Kanaat önderleriyle işbirliği mi yapacağız? Influencer’larla, fenomenlerle mi projeler yapacağız? Sosyal sorumluluk mu, etki yatırımı mı hayatımıza girecek?İyi ki…Tüm bunları düşünürken Atatürk 1881-1919 filmi bana bir kez daha umut verdi. Bezgin, bitkin, yorgun bir milletin vatanın varoluş mücadelesine bile isteye girmesi, hatta taarruz etmenin ötesinde ölmeyi kabul edecek ve aslında bu savaştan zaferle çıkacağına inanacak derecede ikna olması muhteşem bir iletişim zaferiydi. Öte yandan fakir bir ülkede, vatanın bağımsızlığı için çocuk yaştakilerin dahi cepheye koşması milletimizin ne kadar yüce gönüllü olduğunun ve hiçbir millete benzemediğinin göstergesiydi… Bizlerin de bu vatanın ne büyük zorluklarla kazanıldığını ve bağımsızlığına kavuştuğunu tekrar hatırlamaya, bizi biz yapan değerlerimizi, tarihimizi, insanımızı anlamaya her zaman ihtiyacımız var. Nasıl? Müthiş bir liderin iletişim becerisi, stratejik yaklaşımı, inancı ve “insan” olmasıyla. Bir insan sadece lider, sadece asker ya da siyasetçi, anne, baba, yönetici, müzisyen, yazar, yönetmen kimliğinden ibaret değildir. İnsan beden ve ruhtan oluşmasının yanında düşünceleri, duygularıyla birçok özelliği bir arada barındırır. Tek boyutlu değil, çok boyutludur. Atatürk de bir insandı. Filmde onu kimi zaman itatsizliğinden dolayı bir subayı görevden azleden kararlı, sert mizaçlı bir komutan olarak gördük, kimi zaman da eşine, ailesine ve dostlarına sahip çıkan merhametli ve sadık biri olarak. Harp sahasında müthiş stratejik kararlarla savaşı kazanan üstün bir zekâya, gönül işlerinde duygularını su gibi saf ifade edebilen yumuşak bir ruha sahipti. Bu vatan değişime uyum sağlayan, değerlerine bağlı bir halkın böyle güçlü bir iletişim yönetimi sayesinde varoluş mücadelesiyle bağımsızlığını kazanıp bugünlere geldi. Bugün de krizler çağında en önemli formül tabii ki liderliğin yanı sıra değerlere sıkı sıkıya sahip çıkıp insanı tanımak, zamanın değişimlerine uyum sağlayacak esnek bir kültür oluşturmak ve manalı bir iletişim dili izlemek.İşte Atatürk’ün “Ancak kendinden sonrakileri düşünenler, milletlerin yaşamak ve ilerlemek olanağına sahip olurlar.” cümlesi de filmin neden yapıldığını izah ediyor. Tüm bu düşünceler zihnimde dolaşırken filmle ilgili, Brecht’in tiyatro sanatı için söylediği cümle geldi aklıma: “Bütün sanatlar, en üstün sanat olan yaşama sanatına hizmet eder.” Bana iyi ki dedirten de bu oldu sanırım.Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.Çok daha fazlası için Inc. Türkiye bültenlerine kaydolun.