İstanbul kurulduğu günden beri bir şehir. Üstelik dinamik kentsel manzarası içinde sadece coğrafyadan ibaret olmadan, zengin kültürel mirasına borçlu olduğu eşsiz kişiliğiyle yüzyıllardır yaşayan bir varlık olmaya devam ediyor. Fakat Pierre Loti’den tutun da Lamartine’e, Flaubert’e, Nerval’e, Agatha Christie ve Umberto Eco’ya kadar sanat ve edebiyat camiasının en büyüklerini kendine hayran bırakan İstanbul, her zaman “bu kadar” şehirli değildi. Birçoğumuzun hatırlamaya yaşının yetmeyeceği kadar uzun süre önce, çeperindeki köyleri ve bostanlarıyla kendi iaşesini bir nebze olsa da üretmeye çalışan bir yapıyken 1950’lerde işler değişti. Marshall yardımlarıyla başlayan tarımın modernleştirilmesi ve ithal-ikameci imalatın tetiklediği, Anadolu’dan başlayan göçle İstanbul, sanayileşen, çarpık kentleşen tüm kentli sorunlarıyla daha da şehirleşti.Küresel-kent anlayışını beraberinde getiren neoliberalizmin kentsel dinamikleri, mütemadiyen ürettiği “marka şehir İstanbul” söylemiyle bir dizi politika ve girişimle şehri değiştirip dönüştürmeye başladı. Bu dönüşüm iyi mi oldu, kötü mü orası kendinizi konumlandırdığınız yere göre değişir. Ancak hem şehrin silüeti hem de müştereklerin çoğunluluğu için daha iyi olabileceği su götürmez bir gerçek. İdealize edilmiş ve eşitsizlik üretmeyen bir kapitalizmin kurmacadan ibaret olduğunu kabul ederek İstanbul’u hikâyesi olan, sürdürülebilir ve yaşanabilir bir marka şehir hâline nasıl getirebileceğimizi konuşalım. Ama ilk önce her türlü ürün ve hizmeti birbirinden ayrıştırmak için kullanılan bu markalama girişiminin şehirlerde nasıl hayat bulduğunu anlayalım.Dünya markası ola(maya)n İstanbulMarka şehir dendiğinde aklınıza hangileri geliyor bilmem. Ancak İstanbul’un gelmesi için etrafındaki, hatta dünya üzerindeki şehirlerden onu farklı kılan bir şeyler olmalı. Bu ayrışma eksenleri tarihi, sosyo-kültürel, ekonomi-politik ve coğrafi özelliklerinin yanında ulaşım ve iletişim alanında cereyan eden gelişmeler üzerinde kurulur. İstanbul özelinde düşündüğümüzde bu kıstasların birçoğunda öne çıkarken bazı konularda sınıfta kaldığı da ortada. İstanbul için atılması gereken birçok “şehir markalaştırma” stratejisi adımı olsa da önce hikâyesi olmalı bir şehrin. İstanbul’un hikâyesiİstanbul’un bir hikâyesi olmalı deyince biraz tuhaf geldiğinin farkındayım çünkü bu şehir adeta açık hava müzesi. Sokakta yürüdüğünüz kaldırımdan tutun da köşeyi döndüğünüzde yıkılıp dökülen çeşmelere, bindiğiniz tramvaydan çay içtiğiniz mekanlara kadar her birinin ansızın bir hikâyesini duyuveriyorsunuz. Üstelik İstanbul’u marka şehir yapmaya yeltenen her yönetimin elini attığı ilk yer de tarih ve kültürel zenginlik. Fakat etkileyici bir hikâye, sadece önemli tarihî anıları değil, aynı zamanda şehrin modern dönemdeki başarılarını ve gelecek vizyonunu da yansıtmalı. Ancak böylelikle İstanbul’un marka hikâyesi, şehirde yaşayan farklı kuşakların ve ziyaretçilerin duygusal bir bağ kurmasını sağlayarak markanın güçlenmesine katkı sağlar.Hikâye yetmez yaşanabilirlik ve sürdürülebilirlik gerek Sahip olduğu hikâye ve görsel kimliğin bir şehrin markalaşma sürecinde hayati bir öneme sahip olduğundan bahsettik. İstanbul’un barındırdığı estetik unsurlar tanınırlığını artırırsa da tüm pazarlama girişimine rağmen İstanbul’un marka şehir olmasında yeterli olmuyor. Şehrin, global bir marka olabilmesi için yaşanabilirlik ve sürdürülebilirlik ekseninde önemli mesafeler kat etmesi gerek. Aslında bu saydığımız kalemlerin hepsi birbirine içkin ve bir bütünün parçası.Mesela sürdürülebilirlik… Bu unsur şehrin görsel kimliğinden ayrı düşünülebilir mi? Karar alma süreçlerinde kâr ve büyümenin ekolojik ve toplumsal göstergelerle baskılanması anlamına gelen kentsel alanda sürdürülebilirlik İstanbul’un marka değerini artırmada önemli bir kıstas. Hayal edin. Sizce de İstanbul yeşil alanları, enerji verimliliği ve sürdürülebilir ulaşım projeleri gibi çevre odaklı girişimlerle hem daha çekici hem de daha yaşanabilir olmaz mı?Y ekseni: Yaşanabilirlik Puanı, Etiketler: Yaşanabilirlik Sırası.Yaşanabilirlik demişken… Kentsel Stratejiler Enstitüsü (International Urban Strategies - IUS) her yıl Küresel Güçlü Şehirler Endeksi(GPCİ)’ni yayınlıyor. 2016 yılında 21’inci sırada yer alan İstanbul bu yıl 48 ülkenin yarıştığı raporda İstanbul, 39’uncu sırada. Aradan geçen yedi yılda İstanbul’da ne değişti? Görünüşe göre İstanbul’un bu endeks içindeki pek parlak olamayan konumu, özellikle yaşanabilirlik konusunda çok daha kötü bir bilançoya sahip. 48 ülke arasında 42’inciliğe oturan şehrin yaşanabilirlik seviyesi çalışma ortamı, yaşam maliyeti, esenlik, yaşam kolaylığı, güvenlik ve emniyet olmak üzere beş ana başlıkta incelenip tespit ediliyor. Diğer başarılı marka şehirlerle kıyaslandığımızda İstanbul’un yaşanabilirlik endeksindeki yeri şehrin güçlü ve zayıf yanlarını saptayıp aksiyon almak için bizlere büyük fırsat sunuyor. Kaynak: Küresel Güçlü Şehirler Endeksi (Global Power City Index- GPCI), Kentsel Stratejiler Enstitüsü (International Urban Strategies - IUS)Yeni bir ittifâk biçimi: İş dünyası ve şehir sakinleriSorunu tespit edip birilerinin yapmasını beklemek hem kamu erklerine hem de şehir sakinleri olarak sahip olduğumuz demokratik haklara haksızlık olur. Bu noktada şehrin paydaşları olarak her birimizin elini taşın altına koyup sorumluluğu paylaşması gerek. En çok da gelişimini, şehrin sunduğu fırsatlara borçlu olan şirketlerin. Üstelik şirketlerin bu sürece olan katkısı, marka oluşturma sürecine duyulan bağlılığı da artıracaktır. Yerel halkın görüş ve emeğinin yanı sıra şirketlerin şehirdeki sosyal sorumluluk projeleri, İstanbul’un marka değerinin oluşmasında önemli bir mihenk taşı. Bu süreçte, iş dünyasının İstanbul’un marka kimliğini güçlendirmek üzere sakinleriyle kuracağı işbirlikleri, şehrin dünya çapında bir marka olarak öne çıkmasına katkı sağlayacaktır.Marka şehir İstanbul için anahtar sektör: Yaratıcı endüstriler Bir marka yaratmak ve bunun iletişimini yapmak bilimsel bir metodoloji ve tecrübe ister. İstanbul dünyanın en önemli marka şehirleriyle rekabet edecekse kendisine bir odak alan belirlemeli ve o alanda en iyi olmayı hedeflemeli. Rakipleri tarafından henüz keşfedilmemiş bir hazine olan yaratıcı endüstriler, İstanbul için büyük fırsat olabilir. Bir de bu endüstrilerin İstanbul’un tarihi mirasından beslendiğini düşünün. Bunu neden mi diyorum İstanbul “Körler ülkesinin” tam karşısına kurulmuş bir sanat eseri olduğunu tekrar hatırlatmak için.Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.