İki enteresan olayı hatırlatarak bu yazıya başlamak istiyorum. Riposte Alimentaire ismi tanıdık geldi mi? Yanıtınız hayırsa kısaca bahsedeyim. “Herkes için sağlıklı ve sürdürülebilir gıda hakkı” mottosuyla faaliyet gösteren iklim aktivisti grubun. üyeleri, ocak ayının sonlarında Louvre Müzesi’nin nadide eseri Mona Lisa tablosuna çorba atarak bir eylem gerçekleştirdi. Kamuoyuna, “Sanata çok fazla önem veriyorsunuz ama sağlıklı ve sürdürülebilir beslenme hakkına, küresel iklim krizine hiç aldırmıyorsunuz.” mesajı veren aktivitslerin eylem biçimi çok tartışma konusu oldu. Toplumların ve hatta insanlığın ortak değerlerini, sembolik olarak da olsa hedef alarak yapılan aktivizm ne derece etkili olur, bu soruyu şimdilik bir kenara koyalım ve devam edelim.Bahsetmek istediğim ikinci olaysa AB’nin, Yeşil Mutabakat kapsamında yürürlüğe koyduğu gübre ve pestisit regülasyonlarına yönelik çiftçilerden yükselen tepkiler. Bu regülasyonların tarımsal üretimi zorlaştırmasına karşı ayaklanan neoliberal çiftçi devrimi Avrupa’yı kasıp kavuruyor. Sanayi Devrimi ve akabinde pasifize edildiği varsayılan çiftçiler uzun zaman sonra tarih sahnesine geri dönüyor. İşin ilginç yanı, bu çiftçi eylemlerine destek veren gruplar arasında Riposte Alimentaire gibi gruplar da var.Mona Lisa tablosuna saldıran aktivistler, gelirleri her geçen gün daha da azaldığı için Paris sokaklarında ciddi protestolar düzenleyen çiftçilere, “Çiftçiler çalışmaktan ölüyor” sloganlarıyla destek verdi. İklim krizi ve gıda erişiminde adalet için mücadele eden aktivistler kendi motivasyonlarıyla çiftçilerin çıkarlarının çatıştığının çok da farkında değil gibi. Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası Ukrayna’dan tarım ürünlerinin gümrüksüz bir şekilde AB ülkelerine girmesiyle protesto gösterileri Doğu Avrupa’da başladı ve kısa sürede Batı Avrupa’ya yayıldı. Geçen yıl sokaklara dökülen Polonyalı çiftçiler sınır geçişlerini kapatmış, bu gösteriler Almanya, Fransa, Belçika, İtalya gibi ülkelere de sıçramıştı. Üstüne AB ve Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay’dan oluşan Mercosur bloğu arasında yapılan anlaşma, bu ülkelerden AB’ye daha ucuz tarım ve hayvansal ürünlerin girmesini kolaylaştırarak yine AB’deki çiftçileri olumsuz etkiledi.Bugün Paris’ten Brüksel’e hatta Romanya’da ve daha birçok başkentte protestolar devam ediyor. Çiftçilerin sokaklara dökülüp Paris’in en gözde mekanlarının önüne saman ve gübre yığmaları, otoyolları ve caddeleri kapatmalarına neden olan sorunlar birkaç başlıkta toplanıyor. Ki zaten birçok uzman ve akademisyen bu başlıklar altında bu çiftçi hareketlerini teker teker irdeledi. Çoğu geleneksel tarım yöntemleriyle çalışan çiftçiler, artan gübre ve yem maliyetleri nedeniyle gelirlerinin düşmesinden ve ürettikleri ürünleri zincir marketlerin uyguladığı tedarik politikaları nedeniyle düşük fiyatla satmak zorunda kalmalarındann şikâyetçi. Bir de üstüne AB ülkeleri dışından ithal edilen ürünlerle rekabet edemediklerini, Fransa ve AB hükümetlerinin uyguladığı karmaşık bürokratik prosedürlerden bıktıklarını ısrarla belirtiyorlar. Olayları biraz geriye sarıp sorunun daha derinlerine inelim. AB üyesi ülkeler, çiftçileri korumak amacıyla 1962’de Avrupa Birliği’nin Ortak Tarım Politikası’nı hayata geçirdi. Küçük çiftliklerin giderek azalmasının temel nedenlerinden biri de bu politikalar. 2005 ila 2020 arasında AB’deki çiftçi sayısı neredeyse yüzde 40 oranında azaldı. Bu yaklaşık 5,3 milyon çiftçinin işsiz kalması anlamına geliyor. Ancak üzerinde çok durulmayan başka bir neden daha var. Ve çözümü çok zor. Çiftçiler Fransa hükümeti ve AB tarafından takip edilen yeşil tarım uygulamalarının getirdiği düzenlemelere itiraz ediyor. Yeşil tarım regülasyonları geleneksel tarım ehli çiftçilere farklı sorumluluklar getiriyor. Üstelik bu uygulamaların maliyetleri geleneksel tarıma göre çok daha yüksek.Peki yeşil tarım neyi kapsar? Çevresel sürdürülebilirliği artırmak, doğal kaynakları korumak ve iklim değişikliğinin olumsuz etkileriyle mücadele etmek. Üstelik yeşil tarımın da birçok yolu var. Mesela, kimyasal gübre ve pestisit kullanımı azaltarak ya da tamamen ortadan kaldırarak yapılan “organik tarım” bunlardan biri. Bu yöntem, geleneksel tarıma göre daha düşük verimlilik sağlasa da toprak sağlığını korumak ve biyoçeşitliliği artırmak bakımından oldukça önemli. Bir başka uygulama ise, tarımsal faaliyetler sonucu ortaya çıkan atıkların yeniden kullanılması ve böylece gıda sistemi dışında çıkmasının önlenmesine yönelik uygulamaları içeren “döngüsel tarım”. Ayrıca, yeşil tarım uygulamalarında kaynakların yeniden kullanılması ve “atık minimizasyonu”, su kaynaklarının verimli kullanımına yönelik olarak sulama tekniklerinin iyileştirilmesi, yağmur suyu toplama uygulamalarını içeren “su yönetimi”, erozyonla mücadeleye yönelik toprak koruma uygulamaları, toprağın işlenmesini azaltan veya tamamen ortadan kaldıran doğal yöntemler de yer alıyor.Tabii tüm bu yeşil tarım uygulamaları sürdürülebilirliğe uygun olmakla birlikte daha fazla zaman, emek ve maliyet anlamına geliyor. Bu yöntemlerin uygulanması de çiftçiler için ilave eğitim ve teknik destek ihtiyacını da beraberinde getiriyor. İşte iklim kriziyle mücadele için gerekli ama çiftçileri zora düşüren bu uygulamalar çelişkiyi derinleştiriyor.AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, acil bir toplantı düzenleyerek Avrupalı çiftçilere destek, idari yüklerin azaltılması için işbirliği ve sektörün yapısal zorluklarının ele alınması sözü verdi. Komisyon, çiftçilere AB tarım destek ödemelerinin devam edeceğini, çevresel nedenlerle arazilerinin bir kısmını nadasa bırakma zorunluluğundan 2024 yılı için muaf tutulacaklarını ancak bu alanlarda çiftçilerin pestisit kullanmadan ürün yetiştirmeleri gerekeceğini belirtti.Siyaset bilimciler ve tarihçiler neoliberal çiftçi protestoların, tıpkı ulus devlet oluşum aşamasında vergi isyanlarıyla gündeme gelen halefleri gibi milliyetçi dip dalgayı tetikleyeceğini belirtiyor. Haziranda yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri hızlanırken aşırı milliyetçi partilerin vaatlerini nasıl etkileyecek, hep birlikte göreceğiz. Muhafazakâr ve aşırı sağcı politikacılar çiftçilerin güvenliğini ve istikrarını yeniden tesis etme sözü veriyor. Ancak jeopolitik gelişmeler, yükselen enerji fiyatları, Brüksel lobilerinin etkisi ve artan bürokratik prosedürler düşünüldüğünde protestoların yakın zamanda sona ermesi pek mümkün görünmüyor. Sona ermek bir yana, AB dışı ülkelerde de hareketlenmeler başladı. Tarımsal sınıfı giderek güçsüzleşen Türkiye bile dünyadaki çiftçi hareketlerinden nasibini alıyor. Şubatın başlarında Konya’da artan maliyetler, mazot ve çeşitli girdi fiyatlarında indirime gidilmesi talebiyle, traktörlerine binip şehir merkezine inen çiftçileri hatırladınız mı?Louvre Müzesi’nde Mona Lisa’nın yüzüne atılan o çorba ve çiftçinin gerçek derdinden bihaber iklim aktivistlerinin destek söylemleri, aslında yeşil tarım uygulamalarının yarattığı eşitsizliği kamusal alanda ayyuka çıkardı. Yeşil tarım, biyoçeşitlilik, sürdürülebilirlik gibi yücelttiğimiz evrensel değerlerin, toplumun bazı kesimlerinin hayatını daha kırılgan hâle getirdiğinin farkına vararak işe başlamak lazım. Umut tacirliğini bir kenara bırakıp bizi bekleyen iklim krizine ayakları yere daha sağlam basar politikalarla hazırlanmanın zamanı geldi de geçiyor. Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.Çok daha fazlası için Inc. Türkiye bültenlerine kaydolun.