Yapay zekânın büyük potansiyeli gerçekleşecek mi? Gerçekleşecekse ne zaman? Soru işareti çok… Fakat net olan şey tarih boyunca her teknolojik gelişmenin kendi krizlerini beraberinde getirerek toplumsal eşitsizliği derinleştirdiği. Nobel ödülü almadan bir gün önce Inc. Türkiye’nin “Belirsizlik” temalı Economy MasterClass etkinliğinde konuşan Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) profesörü Daron Acemoğlu’nun odağında da teknoloji ve eşitsizlik arasındaki bu ilişki vardı.Dünya çapında sermaye gruplarının teknoloji girişimlerine yaptığı yatırım artarken toplumun çeşitli katmanları eşitsizlik makası giderek açılıyor. Tıpkı iki dünya savaşı getiren Sanayi Devrimi ve 1870’ler ABD’desinin Yaldızlı Çağ’ı gibi, bugünün sermaye sınıfının elinde tuttuğu teknolojik gelişmeler de devlet mefhumunu dönüştürüp toplumu oluşturan farklı gruplar arasındaki eşitsizliği keskinleştirmeye devam ediyor. Dünya böyle bir dönüşüm dalgasında yalpalanırken Türkiye’deyse sermaye gruplarının yatırım pastasından teknolojiye küçük bir dilim düşüyor. Zira Acemoğlu’nun kendi araştırmalarına dayandırdığı verilere göre neredeyse son 35 senedir Türkiye’de en çok yatırım yapılan alan inşaat sektörü.2000’lerin başında yabancı sermaye akışının da etkisiyle inşaat sektörüne yapılan bu yatırımlar kısa vadede Türkiye’ye refah getirmiş, 2002’de IMF’yle imzalanan son stand-by anlaşmasının süresi dolunca işler tersine gitmeye başlamıştı. Ülkeye gelen yabancı sermayenin yönü Batı’dan Körfez’e kaysa da Türkiye’nin içinde bulunduğu küresel ve yerel ekonomi-politik iklim içimize işleyen o soruyu bir türlü unutturmuyor: “Türkiye neden muasır medeniyetler seviyesine ulaşamadı?” Bu sorunun cevabını kurumsal iktisat perspektifinden cevaplayan Acemoğlu hepimizin bildiği o alana tekrar göz atmamızı öneriyor: Teknoloji.Gerileme paradigmasına yenik düşmeden bu soruyu cevaplamanın yolu teknoloji yatırımlarına dair nitelik ve nicelik tartışmalarına bakmaktan geçiyor. Acemoğlu 13 Ekim Pazar günü Inc. Türkiye Economy MasterClass etkinliğinde yaptığı sunumda da bu tartışmaya değindi. Bir yandan yönetim, denetim, adalet, eğitim gibi alanlardaki kurumların güvenilirliğini diğer yandan da işgücünün verimliliğini artıran devletlerin uluslararası arenada nasıl yükseldiğini verilerle ortaya koydu. Bilhassa Japonya’nın hızlı yaşlanma tehdidine rağmen doğru teknoloji entegrasyonuyla hâlâ dünya ekonomisinde kayda değer bir yer tuttuğu örneğiyle tezini destekledi. Buna eklediği önemli notsa yalnızca verimlilik artışının değil, gelirin ulus içinde daha adil ve eşit oranda bölüştürülmesi olduğuydu.Bu tespitin Türkiye ekonomisi açısından ifade ettiği sonuç şu: Yatırımların planlı bir üretkenlik artışı perspektifinden değil, kısa vadeli çözümler odağından yapılması işgücü verimliliğini düşürüyor. Bu durum uzun vadede ekonomiyi etkileyecek gibi görünse de gidişatın sarsıntıları yakın gelecekte kendini hissettirebilir. Teknolojiye yapılan yatırımlar karşılık bulmuyorAcemoğlu küresel ölçekte işgücünün, teknolojik gelişmelerden ve verimlilik artışından özellikle son 30 yılda yeterince yararlanamadığını belirtiyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:“1980’lerden itibaren eğitim düzeyi yükselen kesimin ücreti artarken eğitim düzeyi düşen kesimin ücreti azalıyor. Büyük Buhran’da bile işçi sınıfının ücretlerinde böylesi bir düşüş yaşanmadı. Peki bu durum sadece ABD’ye mi özel? Elbette hayır. Fakat ABD sendikalılaşmanın en az olduğu gelişmiş ülkelerden biri. Dolayısıyla eşitsizliği artıran önemli faktörlerden biri de işçi haklarının güvence altında olmaması. Değişik şekillerde de olsa Batı’da durum farklı değil. Örneğin İsveç’te işcilerin ücreti düşmedi ama sermayenin payı arttı. Kritik nokta şu: Dijital çağda Batı’daki hiçbir ülke paylaşılabilen ekonomi sistemini oturtamadı. Oysaki 15 sene öncesine baktığımızda paylaşılabilen ekonomik sistemin çok daha yaygın olduğunu görüyoruz.” Bir yanda ABD bir yanda İsveç’in olduğu bir spektrumda Türkiye nerede kalıyor? Acemoğlu’nun bu sözlerinden yola çıkarak teknolojik gelişmeleri elinde tutan sermaye gruplarıyla sınıf bilinci oluşamayan işçi sınıfı arasındaki bilinçdışı mutabakatın Türkiye’ye faturasının dünyayı değiştirecek ekonomi-politik bir dalgayı daha yakalayamamak olduğunu düşünebiliriz. Fakat Türkiye’de teknoloji uluslararası bayrak yarışında ülkemizi neden bir adım öne çıkaracak kadar gelişmedi sorusunun tek bir cevabı yok.Eşitsizlik patlamasının Türkiye’deki yansıması ne?Acemoğlu Türkiye’deki tabloyuysa şu şekilde ele alıyor:“Türkiye’de gayrisafi millî hasılanın yıllık artışı son 24 senedir yüzde bazında -5 ve 10 arasında gidip geliyor. Toplam faktör verimliliğinin GSYH büyümesine etkisi 1989’dan 2001’e kadar yüzde 0 Bu tarihten 2008’e kadar yüzde 5 ve 2008-2021 aralığında tekrar sıfıra iniyor. Tabii ki Türkiye büyüyor. Fakat bu büyüme verimliliği beraberinde getirmiyor.90’ların sonundan 2000’lerin ortasına kadar Türkiye imalat sektöründe en çok tekstil gibi düşük teknoloji ürün ihracatı yaptı. 2008 ve 2012 arasında bunun yerini araba parçası, beyaz eşya gibi orta teknoloji ürünleri aldı. Fakat gelişmekte olan ülkelerden beklendiği gibi yüksek teknoloji ihracatı neredeyse hiç yok.Türkiye teknoloji trenini kaçıyor. Çünkü yatırımların çoğu inşaat sektörüne yapılıyor. Üretkenliği artırmaya yönelik yatırımların azalması verimliliği, buna bağlı olarak da eşitsizliği artırır. Bu tablonun devam etmesi gini katsayısı yüzde 40’larda olan Türkiye açısından büyük sorun teşkil ediyor.”Kıssadan hisse: Türkiye tabii ki büyüyor. Fakat bu büyümenin getiremediği verimlilik bir 20 sene sonra bizden sonra gelecek nesillerin hayatını nasıl şekillendirecek? İşin sırrı belli ki anlık mikro ekonomik tahlillerle günü kurtarmaya çalışmakta değil. Walter Benjamin’in dediği gibi bugünün meseleleriyle geçmişin hayaletlerini çağırmakta. Böylece bizleri bekleyen geleceği inşa ederken bir fark yaratabiliriz. Tıpkı hepimizin başını ağırtan güncel meselelerin kökünü geçmişten çekip getiren Nobel ödüllü Daron Acemoğlu gibi.