Paradigma, kişinin hem kendisini hem de çevresini yorumlama ve bilme süreçleriyle ilgili düşünsel bir sistem olarak tanımlanıyor. Hayata bakışımız birçok paradigma üzerinden inşa edilir. Stephen Covey “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı” kitabında, paradigmamızı öğrencilikten öğretmenliğe kaydırmamızı söyler. Böylelikle okuyucuya da farkındalık dolu bir misyon yükler. Sahip olduğumuz önyargılarla zihnimizde paradigmalar oluştururuz. Bunu yapmayanımız yoktur tabii. Fakat bir liderlerseniz, bu alanda farkındalık kazanmanız son derece önemli.Covey’in Hikâyesinden Çıkarılacak DersBaker Mckenzie’nin denetim kurulu üyesi Anahita Thoms “Liderler öncelikle kendi bilinçdışı önyargılarının farkına varmalı, daha sonra meslektaşlarının bu önyargıların üstesinden gelmelerine destek olmalı.” diyor. Bu paradigma değişiminin etkisini anlamak için Covey’in başından geçen şu etkileyici hikâyeyi dinleyelim:“Bir pazar sabahı New York metrosunda başımdan geçen küçük çaplı bir paradigma değişimini hatırlıyorum. Herkes sessizce oturuyordu. Birtakım insanlar gazete okuyordu, bazıları düşüncelere dalmış, bazıları da gözlerini kapatmış, dinleniyordu. Sakin ve huzurlu bir ortamdı.Sonra birdenbire, bir adam çocuklarıyla vagona bindi. Çocuklar o kadar yaramaz ve gürültücüydü ki, hava birdenbire tamamen değişti.Adam yanıma oturup gözlerini kapattı, durumdan habersiz gibiydi. Çocuklar koşarak bağırıp çağırıyor, eşyaları fırlatıp atıyor, hatta bazı yolcuların gazetelerini kapıyorlardı. Ama yanımda oturan adam hiçbir şey yapmıyordu.Öfkelenmemek zordu. Adamın, çocukların böyle vahşice koşuşmalarına aldırmayacak ve bu konuda hiçbir şey yapmayacak, hiçbir sorumluluk üstlenmeyecek kadar duyarsız olmasına inanamıyordum. Metroda herkesin sinirlendiği belliydi. Sonunda, bana olağanüstü gelen bir sabırla ve kendimi tutarak adama dönüp “Beyefendi, çocuklarınız birçok kişiyi rahatsız ediyor, onlara biraz hâkim olamaz mısınız?” dedim.Adam, durumu henüz fark ediyormuş gibi bana bakarak usulca “Ah, çok haklısınız, bir şeyler yapsam iyi olacak. Hastaneden geliyoruz. Anneleri bir saat önce orada öldü. Ne düşüneceğimi bilemiyorum. Galiba çocuklar da bununla nasıl baş edeceklerini bilemiyorlar.” diye yanıtladı.”Paradigma değişimine uğrayan Covey “Birdenbire her şeyi başka türlü gördüm. Başka türlü gördüğüm için de başka türlü düşünmeye, hissetmeye ve başka türlü yorumlamaya başladım.” diyor.Önyargıların Kanıtı: Rosenhan DeneyiCovey’in hikâyesinde de olduğu gibi hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir. Başka türlü düşünebilmemizi sağlayan bilimsel bir çalışmayı, Rosenhan deneyini hatırlayalım. Rosenhan deneyi akıl sağlığı yerinde olmayan hastalara konulan tanıların ne kadar doğru olduğunu anlamayı amaçlayan psikiyatrik tanı üzerine kurulu bir deney. Stanford Üniversitesi’nden öğretim üyesi psikolog David Rosenhan tarafından gerçekleştirilen bu çalışma 1973’te Science dergisinde yayımlanmış.İki kısımdan oluşan deneyin ilk bölümünde Rosenhan ve üç kadınla beş erkekten oluşan ekip arkadaşları sahte hasta rolüne girmiş. Kimi halüsinasyonlar gördüğünü kimiyse farklı psikolojik rahatsızlıklardan mustarip olduğunu söyleyerek kendilerini kliniklere hasta olarak kabul ettirmiş. Daha sonra bu sahte hastalara klinikte psikiyatrik tanılar konmuş. Kısa süre sonra deney gereği bu sefer normal hareketler sergilemeye ve görevlilere artık iyi hissettiklerini söylemeye başlamışlar. Fakat Rosenhan ve ekibi klinik görevlileri tarafından pek ciddiye alınmamış. Görevliler ilaçlarını aldıkları takdirde klinkten çıkabileceklerini belirtmiş.Ekip yaklaşık 19 gün boyunca klinikte kalmış. En sonunda içlerinden birine hafif şizofreni tanısı konmuş ve diğerleri taburcu edilmiş. Deneyin birinci kısmı gerçekleştikten ve basında geniş yer tuttuktan sonra bir klinik Rosenhan’ın bu deneyi yeniden gerçekleştirmesini talep etmiş. Fakat bu sefer sahte hastaları kendi kliniklerine göndermesini istemiş.inik kendi çalışanlarının sahte hastalarla gerçek akıl hastalarını ayırabilecek kapasitede olduğu güvencesini vermiş. Rosenhan teklifi kabul etmiş ve böylelikle deneyin ikinci kısmı başlamış. Klinik çalışanları o hafta içinde gelen, akıl hastası olduğu iddia edilen 193 hastadan 41’ine “sahte hasta olabilir” teşhisi koymuş. Oysa bu 41 hastadan 19’u muayene edilerek kliniğe kabul edilmiş. İşin tuhaf kısmı, Rosenhan kliniğe hiç sahte hasta göndermemiş.Gerçekte akıl hastası olmayan bir kişinin teşhis konarak kliniğe yatırılması gibi bir durum önyargının, insani duygulardan uzaklaşma ve insana has özelliklerden arınmanın tehlikelerini çok net ortaya koyuyor. Albert Einstein boşuna “Önyargıları değiştirmek atomu parçalamaktan zordur.” dememiş. Örneklere baktığımızda haksız da sayılmaz, değil mi?Esnemeyen önyargılar zihnimizde kendi doğruluklarını kanıtlamak üzere çalışır. Zihnimiz, dış dünyadaki gerçekliği gerçeğin kendisi sanır. Onun var olacak tek ihtimal olduğunu kanıtlamak üzere sürekli araştırmalar yapar. Kendini gerçekleştiren bu kehanetler kanıtlarını bulunca zihin var gücüyle sahiplenir.Liderin düşünme esnekliği, paradigma değişimi, olayları kavrayış biçimindeki derinlik ve her durumda liderlik kaslarını güçlendirebilmesi tam da burada yatar. Bu gücü kullanabilmek için adil ve şefkatli bir zeminde kişinin önce kendini tanıması, içsel yolculuğundaki huzuru bulması ve sonra da çalışma arkadaşının yaşanmışlığına, önceliğine saygı duyması şart. İşte o zaman çalışan ve lider kendini merkeze alan, insan olmanın erdemini yaşayan, mutlu bir bütünsellikle akışta kalmaya devam edebilir. İnsana özgü tüm yaşanmışlıklarını paylaşma noktasında tereddüt etmez.Einstein’ın dediği gibi, bu zor. Ama mümkün.Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.