Eğer yolunuz Paul Smith’in sanat eserleriyle bezeli, rengârenk mağazalarından birine düşerse, etrafta dolanan uzun bacaklı ve gözlüklü biri yakınınızdaki askılardan bir takım elbise ceketi alıp daha siz ne olduğunu anlamadan omuzlarınıza konduruverirse şaşırmayın. Markaya adını veren kurucunun bizzat dokunuşuna mazhar olduğunuzu kısa sürede anlayacaksınız.Ne kadar büyüse de merkezini hâlâ Londra olarak benimseyen tasarımcı Los Angeles’taki mağazasına uğradığım sıcak bir ekim günü bana şöyle demişti: “Her cumartesi çalışıyorum. Çok da seviyorum. İşinizi takdir eden insanlar olmasının zevkini tadıyorsunuz.”Ama Smith’in tatlı dili sizi yanıltmasın. Zira tasarımcı, iş dünyasının tecrübeli kurtlarından. Ne de olsa acımasızlığıyla bilinen moda dünyasında 50 yılı devirmekle kalmadı, zirveye de tırmandı. Smith’in şirketi dünya genelinde 60 ülkede, 130 mağazayla hizmet veriyor. 2023’teki geliri $270 milyondu. 2024’teyse yalnızca yüzde 6’lık bir düşüşle $254 milyon gelir yaratmayı başardı. Rock yıldızlarından sinema şöhretlerine onlarca ismi giyridip kendisini de dünya yıldızı seviyesine çıkarmakla kalmadı, bir de İngiltere Kraliçesi tarafından şövalye ilan edildi. Ve tüm bunları tek sahibi olduğu devasa şirketini yönetirken yaptı.Smith’in sağlam duruşunu erkek giyim pazarının tam kalbindeki gerilime atfetmek mümkün: Tüm o ciddi görünüşlerine rağmen erkekler aslında eğlenmek istiyor. Paul Smith’in takım elbiseleri de pek çok açıdan eğlenceli bir ruhun vücut bulmuş hâli zaten. Terziliği Savile Row isimli meşhur terziler sokağında talim eden Smith, bir takımı doğru kalıpla hazırlamayıysa couture tasarımcısı eşinden öğrendiğini söylüyor. Markasının imza parçaları, oyunbaz dokunuşlarla öne çıkan muntazam işçiliğiyle anılıyor: şenlikli astarlar, çizgiliz Fransız manşetler ya da renkli ilik dikişleri…Smith Londra’daki yerinde hem 20’nci yüzyılın sonunda Avrupa moda markalarının yaşadığı patlamaya hem de 21’inci yüzyılda lüks şirketlerin devasa holdinglere dönüşüp küçük markaları kurumsal lokmalar gibi teker teker yutmasına da şahit oldu. Neyse ki o aynı kaderi yaşamadı. “Bağımsızlık çok mühim.” diyor CEO Ashley Long e-postasında, “Memnun etmemiz gereken kişiler yalnızca müşterilerimiz ve tedarikçilerimiz. Ve tabii ki Paul.”Kendisine de satın alma teklifi gelip gelmediğini sorduğumda teklifin kimden geldiğini açık etmeden evet cevabını veren Smith “Bugünlerde her şey çok homojen. Hâlâ kapıda sahibinin ismini taşıyan bir yer olması hoşuma gidiyor.” diyor.Başarılı bir girişimcinin bütün o gösterişli emarelerini taşısa da Smith aslında tasarım ve işletmecilik konusunda bir efsane. Geleneksel İngiliz terziliğini zamanın ruhuyla birleştirirken işe kendi tuhaf tabiatını da yansıtan biri. Vivienne Westwood, Alexander McQueen ve Galliano gibi isimleri de düşününce teatral, hatta düpedüz agresif diyebileceğimiz 80-90 kuşağı İngiliz tasarımcıları içinde Smith de kendi alışılmadık tarzına sahip çıkmayı başardı. Nasıl ki Armani gibi İtalyan oyuncular duyuları harekete geçiren dökümlü kesimlerle öne çıktıysa, onun takım elbiselerin sıkıcı ciddiyetini bıyık altından gülümsemelerle yerle yeksan eden tasarımları da kimseyi takmayan işler olarak moda sahnesinde yerini aldı. Zaten başarısının sırrı da bu denge. O sabah Smith Japonya’dan yeni dönmüştü. Angeleno Oteli’nin üst düzey müşterilerine vermeye hazırlandığı ziyafetin hazırlıklarına başlamıştı bile. Los Angeles mağazasının akıllardan çıkmayan parlak pembesiyle aynı renkteki servis arabalarında buzlu çay ikram edecekti. Melrose Caddesi’ndeki bej binalar arasından sıyrılan, neredeyse trafiği durduracak bir güce sahip bir pembeden bahsediyorum. Tasarımcının tuhaflıklarından kastım bu… Smith’e ilham veren, en sevdiği mimarlardan Luis Barragán’mış ve bu tercihi sayesinde, şehir genelinde fotoğrafı Instagram’da en çok paylaşılan yapılardan birine imza atmayı başarmış. “Özgürlüğün iyi taraflarından biri bu.” diyor ve ekliyor: “Karşınıza geçip ‘Bu bizim marka kimliğimize uymuyor, bıdı bıdı.’ diyecek biri olmuyor.” Ofiste takılırken ekibine “Tamam, buldum. Pespembe bir ayakkabı kutusu yapacağız.” demiş. Ürün tasarımcısı Jony Ive’ın markanın 50’nci yılı şerefine 2020’de yayınlanan Phaidon’un önsözünde dediği gibi “Smith renklere, sanki yasaklanacaklarmış gibi sarılıyor.”Öne Çıkan VideoFatih ve Fırat İşbecer ile Girişimcilikte Başarı StratejileriMağazada Smith bana cansız mankenlere giydirilmiş meşhur tasarımlarını gösteriyor: Shawn Mendes’in Grammy’lerde giydiği yarısı yeşil, yarısı deniz mavisi kruvaze takım; Gary Oldman’ın Oscar’a giydiği, manşetindeki bayraklı düğmeyle akıllarda kalan özel dikim takım ve son olarak da çok sevgili dostu rahmetli David Bowie’nin giydiği kareli, bol paça takımı… Tüm bunlar bir süreliğine bu mağazada sergilenen gezici serginin parçaları. Onların yanı sıra satışa sunulan vintage Paul Smith takımları bulmak da mümkün.Smith beni kolumdan tutup duvardaki panoya doğru götürüyor. Panoda tasarımlarını giymiş ünlü oyuncular ve müzisyenler var. “Şu maymuna da bak sen…” diyor gülerek, Bowie’nin o meşhur kareli takımı kuşanmış vaziyette Smith’i çekmeye çalışan kameranın önüne atladığı bir kareyi göstererek: “Sırf makarasına arkamdan fırlamıştı.”Eğer Smith’le tanışırsanız -ki dilerim fırsatınız olur- bilin ki insanın bütün gardını indirecek kadar sıcak biri. Bir bakmışsınız elini omzunuza atmış ya da dikişteki el yapımı bir detayı göstermek için sizi atölyenin bir yerine çekiştiriyor veya prova odasının yakınındaki sanat eserine doğru sürüklüyor.Smith kendi beyanına göre yüzleşmeleri pek sevmiyor. Oysa şöhretini inşa ettiği 80 ve 90’larda tasarım her anlamda bir duruş ifade ederdi. Müdanasız bir duruş… Onun yapısı öyle değil, herkesin giyebileceği şeyler yapmak istiyor.Ayrıca kendini bildi bileli çoğu insanın normal giysiler istediğini, abuk subuk tasarımlardan kaçındığını düşünen Smith şöyle söylüyor: “Şayet kendinizi tasarımcı olarak görüyorsanız insanlar sizden bir ‘tasarım’ ortaya koymanızı bekliyor. Fakat tasarım dediğiniz biçim, hacim ya da doku anlamına da gelir. İlla yedi cep kondurmak değildir yani. Kimileri kariyerini bu yaklaşım üzerine kurdu ama benimki göze hemen çarpmayan detaylarda.”Elbette bu, işlerinde yaşam enerjisi ya da dışavurum olmadığı anlamına gelmiyor. 50 yılı aşan kariyerinde Smith’in renk ya da desen sevgisi gram azalmadı. Aksine patlıcan renginden orman yeşiline, oya işli ceketlerden bir tabak makarna gibi arsız motiflerle bezeli trikolara, devasa çiçek desenlerine ve artık markayla bir anılmaya başlayan gayri resmi amblemi çizgilere kadar çeşit çeşit unsuru hep kullanageldi. Çizgili logoysa iplik imalathanelerinin kartelalarındaki renkleri sergilemek amacıyla kartona doladıkları ipliklerden ilham alıyormuş.Smith aslında yola moda tasarımcısı olmak üzere çıkmamış. Gençken hedefi profesyonel bisikletçi olmakmış. Ama 17 yaşında geçirdiği kaza planlarını değiştirmiş. Aylar sonra taburcu edildiğinde, koğuşta arkadaş olduğu iki hastayla, bölgedeki sanat okulu öğrencilerinin de uğrak yeri olan bir barda buluşmuş.Arkadaşlarından birinin mağaza açmak üzere olduğunu ve kendisinden dükkânın kiralanması, vitrinin tasarlanması, hatta satılacak giysilerin alınması gibi işlerde yardım istediğini anlatıyor. Royal College of Art moda tasarımı mezunu müstakbel eşi Pauline Denyer’la da bu vesileyle tanışmış. 1970’te birlikte kendi mağazalarını açmışlar. Yalnızca cumartesi ve pazarları açtıkları, hepi topu 15 metrekarelik, penceresiz bir dükkân…Bu dükkânda Smith ve Denyer kendi diktikleri gömlek, kravat ve süet kaban gibi parçaları satmış. Kenzo, Margaret Howell ve Sonia Rykiel gibi geleceği ışıl ışıl arkadaşlarının tasarımlarının yanı sıra Levi’s 501 pantolonlar gibi zor bulunan Amerikan ürünlerine de yer vermişler. Smith dikiş işinin imini cimini işte bu dönem Denver’dan öğrenmiş. Kimi zaman öğle yemeğini ağzına tıkıştırırken onu izleyerek kimi akşamlar da terzileriyle meşhur Savile Row’daki diğer uzmanları gözlemleyerek kendini geliştirmiş. Söylediğine göre demlene demlene öğrenmiş: “İşin güzel tarafı da bu yavaşlıktı.” diyor. Görüşmemizden bir gün önce moda bölümü öğrencileriyle bir araya gelmiş ve bir gecede başarıyı yakalama arzuları karşısında şaşkına dönmüş. Bu birikimi edinmenin bir ömür aldığını anlatmış hemen: “Önce kumaşı elinize alıp kesip biçmeyi, giysilerinizi sağa sola bizzat götürmeyi göze almalısınız.”“O, sektörde kendine has bir estetiği olan ve klasik erkek giyimine eğlenceli bir dokunuş getiren tecrübeli birkaç modacıdan biri. Buna rağmen tüketicinin ciddiye alacağı giysiler tasarlamayı başarıyor.” Bu cümlelerin sahibi, Paul Smith markasının ABD’deki en büyük toptancısı Nordstrom’un erkek modası direktörü Jian DeLeon. Smith’i Nordstrom’un New York mağazasındaki etkinlikte yapacağı konuşma için ağırladıkları günü şöyle hatırlıyor: “Danimarka kraliyet ailesinin provasından daha yeni dönmüştü. Kraliyet ailesiyle bizim müşterimiz arasında bir ayrım gözetmeksizin ayağının tozuyla gelip konuşma yapması karakterini gözler önüne seriyor.” Soldan sağa: Melrose’daki mağazasının pembe duvarının önünde, Smith 2024 Londra Moda Haftası’nda, 1991 hazır giyim defilesinin finalinde model Linda Evangelista’yla, atölyesindeki düğmeler ve kumaşlar.Paul Smith markası hâlâ bağımsız olduğu için pek çok açıdan kurucusunun tutkularının bir dışavurumu. Smith seyahate çok düşkün; Japonya’ya en az yüz kez gittiğini düşünüyor. Ayrıca sanat da onun vazgeçilmezlerinden. Mağazalarından podyum tasarımlarına her yerde görebileceğimiz eksantrik mobilyalar ya da eserler de bu tutkuyu ortaya koyuyor. Melrose’daki cart pembe mağazayı düşünelim. İçinde domino taşlarından yapılma masalar ve ahşap kaplı tavandan baş aşağı sarkan tablolar var. Yıllar önce tavşanların uğur getirdiğine inandığını söyleyince hayranlarının yolladığı tavşan temalı biblolar mağazanın dört bir yanında göze çarpıyor. Duvarlardan biriyse, yine hayranlarının gönderdiği çeşitli süs eşyalarıyla donanmış.Smith’in merakı ve açık fikirliliği, onu sık sık giyim ve aksesuar dünyasının dışına da taşıdı. Rug Company için tasarladığı renkli halılar, ikonik Fin tasarım markası Artek için ahşap tabureler, Caran d’Ache için dolma kalemler… Daha fazla marka mı istiyorsunuz? Mini Cooper, Land Rover, Leica, Manchester United, Rolling Stones… Liste uzun. Jony Ive’ın yazdığı gibi: “Yalnızca kendi ilgi alanlarına bağlı kalmıyor, meseleye çok daha geniş ve derin bakıyor.”Görünen o ki 78 yaşındaki Smith’in durası da yok. Kendisinden onlarca yaş genç çalışanlarından önce ofise varması bir kenara, sabah 5’te kalkıp havuzda birkaç tur yüzüyor. İsminden yarattığı efsanenin hakkını veriyor. Dört yıl önce, mentorluk yapmak üzere Paul Smith Foundation vakfını kurdu. Amacı yaratıcı insanlara faydalı tavsiyelerde bulunmak. Vakıf, güzel sanatlardan modaya farklı disiplinlerde yetişen genç yeteneklere atölye temin ediyor ve mentorluk sağlıyor. “Yaşa takılmamamın sebebi bu.” diyor ve ekliyor: “Çünkü katkı sağlayabileceğim konu tecrübem.”Diğer yandan iş açısından, bilhassa ABD’de, büyüme için çok ciddi bir fırsat var. CEO Long şöyle açıklıyor: “Dünya çapında 60 ülkede faaliyet gösteriyoruz. Hemen hepsinin kendine has zorlukları var. İngiltere ve Japonya’ya kıyasla ABD operasyonumuz son derece küçük ama büyütebileceğimizden şüphemiz yok.”Smith gözünü dünyayı ele geçirmeye dikmiş, haberiniz olsun. Tasarımcı şu sözleriyle bakış açını ortaya koyuyor: “Paul Smith markasının güzel tarafı şu ki hiçbir zaman bir numara olmadık. Çünkü bir numara olan aşağı gitme tehdidiyle karşı karşıyadır. Dolayısıyla en bilinen 10 markadan biri olmak gayet işime geliyor.”Bu sözleri duyunca DeLeon’un Smith’in mağazada fiilen çalışması hakkında söyledikler kulaklarımda çınladı: “Zaten Ralph Lauren’larla, Giorgio Armani’lerle birlikte anılmasının sebebi bu. Bu insanlar, inşa ettikleri mirastan memnun olmayan kurucular oldukları için hâlâ her gün onu yeniden yaşatma güdüsüyle yaşıyorlar.”Biz konuşmamıza devam ederken mağaza açıldı ve içeriye, meraklı bakışları ve boyunlarında kameralarıyla Avustralyalı bir çift girdi. Smith “Merhaba!” diye seslenerek onlara doğru yürümeye başladı, “Hoş geldiniz.” Derken kollarına girdi ve üçü birden, her biri Paul Smith’in en fiyakalı takımları giydirilmiş cansız mankenlerin arasına doğru yürümeye başladılar.Smith’in geçici Los Angeles sakinliği, Chateau Marmont’un terasında gün batımında verilen gösterişli davetle sona erdi. Konuklar arasında John Cho, Patrick Stewart, Rob Lowe, Chace Crawford ve Leslie Odom Jr. gibi ünlü simalar vardı. Herkesin havyara ve bifteğe doyduğu parti daha sona ermeden Smith, Londra’ya ve mağazasına doğru uçmak üzere yola çıkmıştı bile.Bu yazı, Inc. Türkiye Mart - Nisan 2025 sayısındadır. Abonelere özel çok daha fazla içerik için şimdi size özel tekliflerimizi inceleyin!