Haydi sizi işinizi ilk kurduğunuz güne geri götüreyim. Ya da o ilk müşteriyi kaptığınız anı düşünün. Biraz daha zorlayalım hafızaları ve başarının peşinden koşmak için konfor alanınızdan çıkıp yeni bir ülkeye açıldığınız o güne gidelim. Yeni evinizin anahtarını elinizde ilk tuttuğunuz ya da aldığınız ilk arabanın direksiyonuna ilk dokunduğunuz o anı hatırlayın. Bu anlardan birini seçin ve o sırada nasıl hissettiğinizi düşünün.Mutlu hissettiniz. Heyecanlı hissettiniz. Her şey yeni gibiydi, değil mi? Umutlar, olasılıklar ve beklentilerle doluydu.O günü düşündünüz.Şimdi de bugünü düşünün. İçinizi gıcıklayan o hislere ne oldu? Şimdi neredeler? Galiba çoktan uçup gittiler. Bugün dünün aynısı. Yarın da akıp giden o günlerin bir başkasından ibaret olacak. Peki ne değişti? Sizden başkası değil.Bunu tek hisseden siz değilsiniz. İnsanlığın ortak sorunu olduğundan, psikologlar buna bir isim koymuş: Hedonistik adaptasyon. Nedir bu derseniz, insanların yeni bir şey satın almaktan duydukları sevinci otomatik olarak duygusal norm haznesine itelemesi olgusu. Daha basitçe söyleyecek olursak yeni işinize, evinize veya arabanıza ilk baktığınızda hissettiğiniz o “aaah” duygusunun hızla kaybolmasının nedeni bu.2010’da Fransa Açık çeyrek finalinde kaybettikten günler sonra, Novak Djokovic, koçuna (Billy Oppenheimer’ın haftalık bülteninde yazdığı gibi) tenis oynamayı bırakmaya karar verdiğini söyledi desem ne düşünürsünüz? Dünya üçüncüsü olmuş ve o yaz Wimbledon’ı kazanmış olan Novak Djokovic bile böyle havlu attıysa, biz ölelim. Tabii koçu hemen sorunun kaynağını görmüş. Djokovic sıralamalara, şampiyonluklara, rekorlara kafayı o kadar takmıştı ki dışarıdan gelen bu baskı ve beklentileri sahiplenip kendi kendini iç sesi hâline getirmiş. Sonunda ne mi oldu? Djokovic’ten dinleyelim: “Zihinsel olarak çok dağınık bir durumdaydım.” Hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçerken ne kadar çok anısının tenis raketlerinden ve sarı, yumuşak köpük toptan ibaret olduğunu fark etmiş. Djokovic, “O raketi elimde tutmayı gerçekten çok seviyorum. Her şeye rağmen ben bu raketin ellerimde olmasını çok seviyorum. İster orta sahada bir Grand Slam finalinde olsun ister halka açık bir sahada. Nerede oynadığımın hiçbir önemi yok. Oynamış olmayı o kadar çok seviyorum ki…Gerçekten de Djokovic’in bir süre uzaklaşmaya ihtiyacı varmış. Birkaç gün içinde o topa vurmayı nasıl da özlediğini hissetmiş. Djokovic o duygu yoğunluğunu, “Ve o andan itibaren asla arkama bakmadım. Kendimi özgürce oynamaya bıraktım. Tenis oynamaya başladığım o zamanlardaki çocuk olmuştum.” diyerek anlatıyor.Adapte olmak insanın fıtratında var. Sizi mutlu eden bir şey olduğunda bu his bir süre devam edecektir. Bu yeni duruma alışır alışmaz artık yeni normaliniz bu olur. Bir işe mi başladınız, merak etmeyin çok geçmeden adapte olursunuz. İşiniz “altı üstü” iş oluverir. Büyük bir müşteri mi yakaladınız? Bir süre için bu çok büyük bir gelişmedir. Sonra ne mi düşünürsünüz? Keşke $1 milyon kazanabilseydim… O zaman harika olurdu.Doğal olarak hepimizin beklentileri gittikçe yükselir. Hedeflerimize ulaştıkça daha fazlasına gözümüzü dikeriz. Fakat şunu söylemeden geçemeyeceğim: Beklentiyle mutluluk ters orantılı; beklentileriniz ne kadar yüksek olursa mutluluk seviyeniz o kadar düşük olur.Yazının başına, sizden seçim yapmanızı istediğimde seçtiğiniz güne dönelim. Diyelim ki işinizi kurduğunuz günü aklınıza getirdiniz. Heyecanlanlıydınız değil mi? Hatta ayaklarınız yerden kesilmişti. Ve sonunda kendi kararlarınızı vermeye başlamıştınız. Resmen nihayet başarınızın önündeki tek engel yalnızca becerileriniz, yaratıcılığınız ve iş ahlakınız olacaktı.O günden beri siz hariç hiçbir şey değişmedi. Hâlâ kendi kararlarınızı alıyorsunuz. Başarınızın önündeki tek engel hâlâ sadece sizsiniz. Hâlâ kendi kendinizin patronusunuz, hâlâ sevdiğiniz işi yapabiliyorsunuz, hâlâ şansınızı deneyip fırsatları yakalayabiliyorsunuz ve sevdiğiniz insanlarla çalışabiliyorsunuz.O ilk günden bugüne neredeyse hiçbir şey değişmedi. Sadece bakış açınız değişti. Haydi deneyin. O ilk günü düşünün. O kapıdan girip yürümeye hazır olduğunuz anı gözünüzün önüne getirin. Masaya ilk oturuşunuzu ve yeni bir maceraya yelken açışınızı. Nasıl hissettiğinizi hatırlayın. Hani kendinize koyduğunuz o hedefler… Her gece başınızı yastığa koyduğunuzda kurduğunuz hayaller… Yeni hayatınıza ilk başladığınızda nasıl sevinçten delirdiğinizi hatırlayın. “Tenis oynamaya” başlayan o “küçük çocuk” olduğunuz o anı hatırlayın.Dönüp bir etrafınıza bakın. O ilk günü hatırladığınızda siz hariç değişen hiçbir şey göremeyeceksiniz. Değiştiniz derken emin olun bunu iyi anlamda söylüyorum.Şimdi sizden ricam bugünü aynı o ilk gün gibi hissedin.Emin olun bugün de her şey tam o ilk günkü gibi. Orijinal yayın tarihi: 2 Şubat 2024Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.Çok daha fazlası için Inc. Türkiye bültenlerine kaydolun.