Trump aldığı kararlar kadar vazgeçtikleriyle de sadece ABD ekonomisini değil küresel ticareti de dizayn etmek istiyor. 1989’da Doğu Blok’unun çözülmesiyle iki kutuplu dünya yerini ABD’nin tek oyun kurucu olduğu düzene bıraktığından beri meta, sermaye ve emek “serbestçe” dolaşıma çıktı. Bir zamanlar sosyalist ve kapitalist kalkınma modelleri üzerine yapılan tartışmalar çoktan sona erdi. Fakat o tartışmaların geride bıraktığı boşluğu dolduran neoliberal düzen de artık sorgulanıyor. Dünya genelinde sağın, militarizmin ve popülist söylemlerin ayyuka çıktığı bu dönemde ekonomik milliyetçiliğe dönüş fikri yeniden tartışılıyor.Trump’ın ABD’nin “Kurtuluş Günü” olarak tarihe geçmesini istediği 2 Nisan 2025’te açıkladığı yeni gümrük tarifeleri de bu tartışmanın fitilini ateşledi. Hoş, gaflarıyla 21’inci yüzyılın karikatür liderleri arasına adını yazdıran ABD Başkanı attığı taşlar ürküttüğü kuşlara değmeyince burnundan kıl aldırmadan vazgeçmesini de bildi. “Siyasette 24 saat çok uzun bir süredir.” diyen Çoban Sülo’ya hakkını teslim edelim. En son Trump “Çin’le çok iyi bir anlaşma yapacağız.” diyerek haftalardır konuştuğumuz şeyleri bir kalemde silip attı. Gerçi siz bu yazıyı okurken ahvalimizin neyden beter olacağını sadece yaşayarak göreceğiz. Ekonomi-politik analizlerde anda kalmanın bir faydası olmadığından Braudel’in longue durée’siyle (uzun dönem) yola çıkalım. Çünkü Trump ABD’nin ekonomik çıkarları için gümrük duvarlarıyla oynayan ilk lider değil. O sadece ekonomi tarihinin bildik bir döngüsünü yeniden canlandırıyor. “Vardır bir bildiği.” deme gafletine düşmeyip şu soruyu soralım: “ABD’de neler oldu, neler olacak?” Adım Adım Trump 2.0 Evreni Trump’ın “Önce Amerika (America First)” politikalarının iki yüz yıllık geçmişi var. Eski başkan James Monroe tarafından 1823’te ilan edilen Monroe Doktrini “Amerika Amerikalılarındır.” derken ticarette, göçte ve diplomatik ilişkilerde tıpkı Trump gibi önceliği ABD’ye vermişti. Jeopolitik müdahalelere kapalı duruş, ekonomik korumacılık ve ulusal öncelikler etrafında şekillenen bu anlayış, Amerikan siyasetinde izolasyonist reflekslerin ne kadar köklü olduğunu ortaya koymuyor mu? Trump 2.0 olarak adlandırdığımız bu dönemin bir diğer benzeri de 1930’lardaki Smoot-Hawley Yasası ve 1970’lerde Nixon’ın Bretton Woods sisteminden çıkışından çok mu farklı? Oysa bu ABD’nin kaçıncı ithal ikame denemesi? 1920’lerde coşkuyla büyüyen Wall Street’te hisse senedi alım-satımı büyük bir yatırım çılgınlığına dönüşmüştü. Yatırımcılar borçla hisse senedi alıyor ve fiyat artışı illüzyonu yaşanıyordu. Fakat bu artış şirketlerin gerçek değerine değil, spekülatif beklentilere dayanıyordu. Bankacılık sistemi ciddi bir denetim eksikliği içindeydi ve ekonomik şoklara karşı hiçbir sigorta sistemi yoktu. 1929 Buhranı kapıyı çalınca da bahsi geçen bu anlaşmayla yerli sanayiyi korumak adına 20 binden fazla ürüne yüksek gümrük vergisi getirildi. Tüm dünya milli iktisadın altın çağını yaşarken ufukta yeni bir savaş görünüyordu. Savaş ekonomisinde uygulanan sabit kur rejimiyle de döviz sıkıntısına düşen ülkelerin devalüasyon yaparak ithalatı kısıtlaması kaçınılmazdı. Dünya ticareti daralınca da Bretton Woods toplantıları sonrasında IMF ve Dünya Bankası kuruldu. GATT sürecine geçişle de karşılıklı gümrük vergisi artırımlarının önüne geçilerek dünya ticaret hacminin gerilemesi önlendi.Ekonominin baharı kısa sürmesiyle meşhur. Bu sistem de 1970’lerde ABD’nin artan bütçe açıkları ve enflasyon baskısıyla dönemin başkanı Richard Nixon’ın doların altına dönüştürülebilirliğini askıya alarak küresel para sistemini serbest dalgalı kur rejimine taşımasıyla bitti. Bu adım halihazırda devrede olan modern finansal sistemin temelini attı. Bunları neden hatırlatıyorum? Çünkü bugün Trump’ın şımarıklığı diye olarak gülüp geçtiğimiz kararların ardında doların küresel tahtını sarsmaya çalışan Çin’e had bildirme arzusu var. Ne oldu da biz yastık altına attığımız soğuk savaş paradigmalarımızı gün yüzüne çıkardık? Nisan 2025’te ABD ticaret yaptığı tüm ülkelere yüzde 10 oranında ilave gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Hedefindeyse başta Çin olmak üzere ABD’nin üretim üssü olan ülkeler ve ABD’den ürün alma potansiyeli olmayan düşük gelirli ülkeler vardı. Tüm bunlar yaşanırken Çin’in de eli armut toplamadı. ABD menşeli firmalara yönelik denetimleri sıkılaştırdı. Bazı ürün gruplarına yüzde 125’e varan ek tarifeler getirdi. Piyasalardan yükselen tepki üzerine Trump yönetimi Çin hariç diğer ülkeler için tarifeleri geçici olarak yüzde 10’a sabitledi. Peki, dünyayı yönettiği söylenen o beş büyük ailenin yer aldığı, devlet-özel sektör bağımsızlığı dendiğinde parmakla gösterdiğimiz Silikon Vadisi baronları bu işe ne dedi? Teknofeodallerin Ekonomi PolitiğiTrump’ın ekonomi-politik hamleleri küresel tedarik zincirlerine bağımlı iş modellerine sahip teknofeodelleri de etkiliyor. Çin, Vietnam ve Meksika gibi üretim üslerine getirilen yüksek tarifeler, Apple’dan Tesla’ya kadar birçok teknoloji devinin maliyetlerini artırıyor. Üretim planlarını da zorluyor. Özellikle yapay zekâ, yarı iletken ve uzay teknolojisi gibi yüksek sermaye gerektiren alanlara yatırım riski kapıda. Bu durum da Silikon Vadisi’ni yeni yönetimle yakın ilişkiler kurmaya itiyor. İşte bu yüzden Trump döneminde teknoloji devlerinin devletle kurduğu işbirliğini aylarca hayret etmemiz anlamsızdı. Çünkü yeni gelmediler, geri geldiler.Mesela, teknoloji dünyasının devlet görevlerinde de yer almış önemli isimlerinden Dave Packard, Nixon döneminde savunma bakan yardımcısıydı. Biraz daha geri gidelim. Lincoln ve Grant dönemlerinden itibaren ABD sanayileşirken ve federal hükümet çeşitli projeleri sübvanse ederek hızla büyümüştü. Demiryolu ve arazi hibelerinden faydalanan sanayi şirketleri de kamu kaynakları sayesinde hızla yükseldi. Devlet sübvansiyonları ve zayıf regülasyon ortamı tarihe “yağmacı baronlar” olarak geçen sanayicilerin kelimenin tam anlamıyla “baron” olmasını sağladı. Şimdiyse modern anlamda ilk yağmacı baronlar denemesi olan Elon Musk ve Jeff Bezos’un başı çektiği yedili masa (Meta, Tesla, Alphabet, Amazon, Microsoft, Nvidia, Apple) enselerinde biten regülasyon korkusu ve antitröst tehditlerinden siyasetle ilişkilerini yeniden tanımlamaya, kamuyu ve çalışanlarını yatıştırmaya çalışıyor.Yeni Bir Balayı mı, Yoksa Ticari Bir Muvaza mı?Trump ve Erdoğan arasında inişli çıkışlı seyreden siyasi ilişkiler 2025’te yeniden flört dönemine girdi. Fazla nazın aşık usandırdığını bilsek de gidişatı kestirmek pek mümkün değil. ABD’nin yeni gümrük tarifelerinde Türkiye’nin yüzde 10’luk baz oranda yer almasının sonuçlarını henüz görmeye başlamadık. -Ekonomist değilim.- Fakat Avrupa Birliği pazarındaki daralma ihtimali Türkiye - ABD arasındaki balayının da pek romantik geçmeyeceğini gösteriyor. Kısacası Suriye’deki rejim değişikliği ve Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Türkiye’nin rolü hasebiyle ABD’yle yakaladığı politik uyumun sıcak atmosferine kapılıp ekonomik gidişata pembe gözlüklerle bakmamakta fayda var.Bu yazı, Inc. Türkiye Mayıs - Haziran 2025 sayısındadır. Abonelere özel çok daha fazla içerik için şimdi size özel tekliflerimizi inceleyin!