Bir Y kuşağı mensubu olarak, tipik orta sınıf refleksleriyle şu nasihatleri duyarak büyüdüm: “Önce okulunu bitirip mesleğini eline al, kendi ayaklarının üzerinde dur. Kazandığının büyük bir kısmını kenara koy, küçük bir kısmını harca. Kimseye muhtaç olmadan kendi ayaklarının üzerinde durabilecek bir birikim yap. Başını sokacak bir ev almaya bak, yaşlılıkta insana para gerekiyor…” Nasihatler uzar gider ama hepsi özünde aynı şeyi öğütler. Riskten kaçın, uzun vadeli düşün ve geleceğini garanti altına al. Daha da temele inersek hepsi alt metinde güvenlik ve istikrar diyordu. Bir de pazarlanan, “çok çalışırsan sen de bir gün zengin olabilirsin” hayali var.80’li yıllarda neoliberalizmin hayatımıza girmesiyle birlikte kısmi bir refah dönemi geldi. Kredi kartları, renkli kanallar gibi canlı birçok şey girmişti hayatımıza. Bir de “yuppie” kavramı. Türkçeye Genç Kentsel Profesyoneller olarak çevirilen Young Urban Professional (Yuppie), Batı’da 1980’lerde popüler olan bir kavram. Bizim lugatımızaysa 1990’ların ortasında girdi. Hayri Kozanoğlu Yuppieler, Prensler ve Bizim Kuşak kitabında bu kesimi şöyle tanımlıyor: “Dünyada ve Türkiye’de başarı ve kazanmanın, paranın, business’ın, statünün, kariyerin yükselen değer oluşuyla ortaya çıkan ve bu gidişatın simgesi olan Yuppieler”. Yuppieler ve 80’li yılların yarattığı genç işadamlarından oluşan yeni zenginler (tabii ki başı yine erkekler çekiyor) kesinlikle kariyer odaklıydı. İşlerinde hızla yükselmeyi, statü ve finansal başarı sahibi olmayı hedefliyorlardı. İyi okullardan mezunlardı, dolayısıyla prestijli ve yüksek gelirli mesleklerde çalışıyorlardı. Lüks tüketime, markalara, kaliteli ve stil sahibi bir hayata, rafine zevklere düşkünlerdi. Kısacası gusto sahibiydiler. Genellikle üç büyük ilde yaşarlardı. Hatta mümkünse yüksek güvenlikli, bol sosyal alanlı, kendileri gibi insanlarla bir arada olabildikleri sitelerde. Kültürel aktivitelere katılmak ve sosyalleşmek önemliydi. Fakat daha da önemlisi kazançlarını iyi yönetir, emekliliklerini planlar ve finansal geleceklerini garanti altına almak için yatırım yaparlardı. Yani finansal açıdan güvende olmak onlar için çok önemliydi.Yuppieler ve yeni zenginler ailelerinden eğitimleri, gelirleri, hayat tarzları ve tüketim alışkanlıklarıyla kesinlikle ayrışıyordu. Fakat güvenlik ve istikrar gibi ortak hayat amaçları hâlâ vardı. Bugün bu yazıyı yazarken 35 yıllık kısacık hayatımı yeniden düşünüyorum. Ülkede ve dünyada olan değişim ve dönüşümleri; savaş, kriz, seçim, darbe, “bahar”, salgın, teknolojide açılan çığırlar ve büyük yıkımları, doğa olaylarını ve afetlerini düşündüğümde bu kadarını değil ben, sosyal bilimler bile analiz etmekte çaresiz kalır. Peki güvenlik ve istikrar hayallerine ne oldu? Tabii ki o güzel hayaller, o güzel atlara binip gittiler. Gezegenin insafına, pandeminin aşısına kaldık. Zenginlik de başka bahara…Kapitalizmin Yeni Krizi: Yeni Nesil Sınıf BilinciYaşadığımız tüm felaketler bize bir şeyi öğretti, “Hayat kısa, kuşlar uçuyor.” Yani güvenlik ve istikrar koca bir yalan. Pandemiyle birlikte hayatın kısalığını, doğal afetler ve depremlerle mülkiyetin geçiciliğini, ekonomik kriz ve alım gücümüzün düşmesiyle de dünyevi zevklerin nafileliğini öğrendik. Zengin olmanınsa hayalden başka bir şey olmadığını. Hayatın esas amacını ve bu dünyadaki yerimizi sorgulamaya başladık. İş için debelenmeyi bıraktık. Sevdiklerimizle zaman geçirmeye, ilgi alanlarımıza, iyi olma hâli dediğimiz esenliğe, kişisel gelişimimize, gerçekten ne istediğimize ve bizi neyin mutlu ettiğine çevirdik odağımızı. Böylece zengin olmak için çalışmak, yerini özgürleşmek için çalışmak ideolojisine bıraktı. Marx’ın dediği gibi, serbest zamanın en büyük zenginlik olduğunu çok geç ve zorlu bir şekilde öğrendik. Bir de tabii ki sağlığın kıymetini.Karl Marx’ın “Zincirlerimizden başka kaybedecek neyimiz var?” sözü herkesi kapsar mı emin değilim. Belki de şöyle demeliyiz: “İşçilerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var.” Bu söz işçi sınıfını kapitalist düzene karşı birleşmeye çağıran, devrimci mücadeleyi teşvik eden bir çağrı. Bugün belki Marx’ın hayal ettiği şekilde, bilinçli bir hareketle, klasik anlamıyla devrim olmadı ama hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu ve kolektif bir bilinç gelişti. Modern birey daha da bireyselleşerek “önce ben” demeye başladı. Bu başkaldırıdan beri, dijitalleşmenin de işbirliğiyle (bilgisayarlara, yapay zekâya teşekkürler), iş dünyası ve markalar kökten bir değişim ve dönüşümle karşı karşıya.Bugün bu yazıyı yazarken önüme düşen haberler tam da savlarımı destekler nitelikte. 2024-2026 Orta Vadeli Program (OVP) kapsamında 2024’ün üçüncü çeyreğinde uzaktan, kısmi ve geçici süreli çalışma ve platform çalışması gibi yeni nesil esnek çalışma modellerinde yaşanan gelişmeler doğrultusunda iş dünyasının ihtiyaçları ve iş-özel yaşam dengesi gözetilerek mevzuat düzenlemelerinin hızlı ve etkili bir biçimde hayata geçirileceği, ayrıca mesai saatlerinin haftada 45’ten 40 saate düşürüleceği iş dünyasının gündemine bomba gibi düştü.Yatırım, peki ama neye?Bu saatten itibaren tabii ki kendimize ve kariyerimize. İş dünyası adına konuşursak, beşeri sermayeye, yani insana. Bizleri güvencesiz bir geleceğin beklediğini, hatta daha da kötüsü bir geleceğin olmayabileceğini -çünkü yeni pandemiler kapıda, savaş her yerde, doğal afet desek acımız hâlâ çok taze- görünce “Güvence, hemen şimdi ve burada.” dedik. Yatırım artık uzak bir geleceğin hayaline değil, bugüne, tam da şu an yapılması gereken bir şey. Bugün artık bedenimiz, ruhumuz ve aklımız en büyük sermayemiz. Yatırım getirisi en yüksek şey bilgi ve deneyim, hedefse o meşhur esenlik. Pandemiyle birlikte hayatımıza giren esenlik kavramı en genel tanımıyla bütünsel iyi olma hâlini ifade ediyor. Bütünüyse farklı boyutlar oluşturuyor. Fiziksel, ruhsal, sosyal, duygusal, mesleki, finansal, çevresel ve entelektüel esenlik. Artık yatırımı kendimize yapmamız gerektiğini biliyoruz. Pandemiden bu yana bizi kişisel olarak geliştirmeyen hiçbir şeyle ilgilenmiyoruz. İşle bile. Artık çalıştığımız şirketlerden sadece maaş vermesini beklemiyoruz. Hatta maaş beklentimiz ilk sırada bile değil. Çalıştığımız kurumlardan bize anlam katmasını; denge, motivasyon, serbest zaman vermesini, iyi bir dünyaya duyduğumuz özlemi gidermesini, tükenmişlik sendromumuza çare bulmasını, gezegeni kurtarmasını, dünyanın herhangi bir yerinden çalışabilme özgürlüğü sunmasını, sürekli eğitim ve gelişimimizi sağlamasını bekliyoruz. Bugün şirketlerin eforlarını ve yıllık bütçelerinin büyük bir kısmını yeni bir kurum kültürü yaratmaya, sürdürülebilirlik ve kurumsal sosyal sorumluluk projelerine ayırmalarına; iş dünyasının nitelikli çalışan bulmakta, yeteneği çekmekte ve/veya elde tutmakta zorlanmasına; insan kaynakları, kurumsal iletişim ve sürdürülebilirlik departmanlarının şirketlerin en kritik birimleri hâline gelmesine şaşmamalı. Dahası, gözlemlerime göre, araştırma şirketlerinin odak noktası bile son birkaç yılda tüketici araştırmalarıyla alışveriş ve perakende sektöründeki trendlerden çalışanlar ve çalışma hayatındaki trendlere kaydı. Çare, kurumsal esenlik gibi görünüyor. Kurumsal esenlik, çalışanların fiziksel, zihinsel ve duygusal sağlığını desteklemek amacıyla şirketler tarafından geliştirilen strateji ve uygulamaların bütününü ifade ediyor. Bugün hemen tüm şirketlerin ve insan kaynakları biriminin gündeminde. Şirket kültürüne entegre edilmeye ve çok çeşitli uygulamalar geliştirilmeye başladı. Esnek çalışma saatleri, uzaktan çalışma uygulamaları, sağlık paketleri, genişletilmiş yan haklar, izinler, sosyal etkinlikler, çalışanların kariyerlerinde ilerlemelerini destekleyen eğitimler, mentorluk programları ve gelişim fırsatları… Hepsi kurumsal esenliğin bir parçası ve hepsi de çalışana ve dolaylı olarak ise şirkete yatırımın göstergesi. Kendine, Çalışana, Bilgiye YatırımSon yıllarda büyük değişimlere sahne olan iş dünyasında, güvene dayalı bir kurum kültürü oluşturan ve çalışan odaklı kararlar alan şirketlerin yükselişi başladı. Her geçen gün daha fazla şirket “mutlu ve başarılı çalışan=başarılı şirket” denkleminin farkına varıyor. Çalışanlarına daha fazla yatırım yapmaya yöneliyor. Şirketlerin çalışan mutluluğuna verdiği önem, sadece iş yerindeki atmosferi değil, aynı zamanda şirketin finansal performansını da olumlu yönde etkiliyor. Araştırmalar, çalışanlarına yatırım yapan şirketlerin, BIST30 endeksindeki şirketler arasında iki kat daha yüksek performans gösterdiğini işaret ediyor. Çalışan mutluluğuyla finansal başarı arasındaki dikkat çekici ilişki, şirketlerin kurum kültürü ve çalışana yönelik yatırım yapma zorunluluğunu ortaya koyuyor. Çünkü çalışan memnuniyeti ve bağlılığı; daha yüksek verimlilik, daha fazla müşteri memnuniyeti, düşük çalışan sirkülasyonu, inovasyon ve yaratıcılık, iyi itibar ve marka değeriyle doğru orantılı.Kendi kendine yatırım, bireylerin hem profesyonel hem de kişisel gelişimlerinde büyük bir rol oynuyor. Fakat başarılı bir kariyer inşa etmek ve işte sürdürülebilir başarılara ulaşmak, bireylerin kendilerine yaptıkları yatırım kadar, işverenlerin çalışanlarına yaptıkları yatırımla da doğrudan bağlantılı. GALLUP tarafından yapılan araştırmalarda kurumsal esenlik kültürüne entegre olan ve yatırım yapan şirketlerde; çalışanların yüzde 27’sinin daha üretken olduğu, çalışan bağlılığının yüzde 35 arttığı; yüzde 70 daha az devamsızlık yaşanırken işten ayrılma oranında da yüzde 54’lük bir düşüş olduğu tespit edilmiş. Bu faktörlerin kârlılığa, bağlılığa ve büyümeye kayda değer bir katkıda bulunduğunun üstünü çizmek gerek.Çalışanlar açısından baktığımızdaysa sürekli eğitim, kariyer yatırımı demek. Bu da, hızla değişen dünyada değişime ayak uydurabilmek ve rekabetçi kalabilmek için sürekli öğrenme ve gelişim, daha yüksek tatmin ve motivasyon, uzmanlık ve gelecek güvencesini de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla çalışanlar ve şirketler açısından kazan-kazan bir durumdan söz ediyoruz. Sürekli eğitim programlarının çalışan memnuniyeti ve bağlılığı üzerindeki etkilerini gösteren birkaç veri de paylaşayım. LinkedIn Learning 2023 İşyerinde Öğrenim Raporu, çalışanların yüzde 76’sının kariyer gelişimi için şirket içi eğitim programlarını önemli bulduğunu ve bu tür programlara erişimin iş tatminlerini artırdığını ortaya koyuyor. Gallup’ın 2022 Çalışan Bağlılığı Anketi, sürekli eğitim ve gelişim fırsatları sunulan çalışanların, yüzde 40 daha fazla bağlılık gösterdiğini, işyerlerinde daha motive olduklarını ve daha yüksek performans sergilediklerini gösteriyor. PwC’nin “Umutlar ve Korkular: Çalışmanın Geleceği” araştırmasına göreyse çalışanlar kesinlikle becerilerini geliştirmek istiyor. Yüzde 89’u gelecekte çalışmaya devam edebilmek için becerilerini geliştirmeye veya yeni beceriler edinmeye hazır olduğunu ve yüzde 63’ü beceri geliştirmenin kendi sorumluluğu olduğuna inandığını belirtiyor. Bu sonuçlar çalışanların şirketlerinden sürekli öğrenme ve gelişim fırsatı beklediği kadar, kariyerlerinde ilerlemek ve yeni yetkinlikler kazanmak için kendi kendilerine yatırım yapma eğiliminde de olduklarını gösteriyor.Önümüzdeki en az beş yıl daha sürdürülebilir insan, sürdürülebilir gezegen, sürdürülebilir başarı kavramlarını konuşurken esenlik bağlamında yatırım kavramını konuşmaya devam edeceğiz. Çünkü kendine ve çalışana yapılan yatırım, geleceğin en sağlam ve en değerli sermayesi. Kendimize ve kariyerimize yaptığımız yatırım, bireysel başarımızı oluşturuyor. Fakat işverenlerin çalışanlarına yaptıkları yatırım kurumsal başarının temeli. Güvenlik ve istikrar için bugün hâlâ bir şeyler yapabiliyorken ertelememekte fayda var.Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.