“Projeler ve uygulamalar çoğunlukla İK ekiplerinin özgeçmişine yeni bir satır daha eklemek için gerçekleştirilir. Zaman geçtikçe bu profesyoneller çalışanları umursamayı bırakır, kendi bilgi alanlarından olmayan insanların düşünme süreçlerini hayal edemez hâle gelir. Sonuç gerileticidir.”Bu cümle bana ait değil. Akademideki “vasatlaşmayı” vurgulamak için yazılmış “Vasatlığın İktidarı” kitabının 31’inci sayfasından aldım. Tabii bazı farklarla. Örneğin o satırlardaki yazar, benim satırlarımda İK profesyoneline dönüştü. Kitapta bahsi geçen makaleler de yerini proje ve uygulamalara bıraktı. Okur yerine de çalışanı oturttum, tam oldu. Akademideki gidişat hakkında pek yorum yapamayacak olsam da maalesef bu betimleme günümüzde insan kaynakları dünyası, hatta iş dünyasının geneli için geçerli. Neden mi böyle düşünüyorum?Amaçların ve araçların birbirine karıştığı bir dünyadayız. İnsan kaynaklarından örnek verecek olursam, çalışanların bağlılığını pekiştirecek yaklaşım ve uygulamalar geliştirmenin amaç olması gerekirken iş buralardan çıktı. Artık çalışan bağlılığı skorunun kendisi bir amaç hâline geldi. İşveren markası çalışanlara iyi bir deneyim sunmaya ve bunun iletişimini yapmaya yarayan bir araç olmalı. Fakat işveren markasını tasarlamak amacın kendisi hâline çoktan dönüştü bile.. Kurumların, çalışanlara sunduğu iyi uygulamaları ödülle taçlandırması bir araç olması gerekirken, ödül almanın kendisi bir amaç hâline geldi. Ve daha birçok örnek sayabiliriz… Bu sonuçlara ulaşmaya çalışırken de ana odak çalışandan çıktı. İK departmanı istenen sonucu elde etmek için çeşitli kısayol ve taktikler aramaya doğru yöneldi. Merceği İK’dan iş dünyasının geneline çekecek olursak da bu örnekleri çeşitlendirmek mümkün.Yine aynı kitapta, Alain Deneault vasatlaşmayı getiren önemli unsurlardan birinin akademisyenlerin çalışmayı oyun oynamaya benzetmesi ve işe yaklaşımlarını bu yönde şekillendirmesi olduğunu öne sürüyor. Yani oyun oynamanın olması gerekenden uzaklaşmak olduğu anlayışıyla oyunu kazanmak için çeşitli yöntemlere başvurulabileceği ve hatta bu yollara başvurmanın normal olduğu inancının yerleştiği bir dünya… Bununsa vasatlaşmayı beraberinde getirdiği. Yine vurgulamam gerekirse, akademiyi bilemem. Fakat günümüzde insan kaynaklarının da ötesinde kurumsal iş hayatını düşündüğümde bu tarz bir yaklaşımın azımsanamayacak boyutta olduğunu görüyorum. Herhangi bir kuruma gidin. Pek çok çalışandan şu sözleri işitirsiniz: “Bu kurumda işler maalesef böyle yürüyor. Ben de o nedenle böyle davranıyorum.” Peki kurumumuz ya da departmanımız, hatta kendimiz için belirlediğimiz vizyon nerede kaldı? Acaba bu oyunda bitiş çizgisine doğru emin adımlarla gittiğimizi düşünürken kendimizden yani vizyonumuzdan mı vazgeçmiş oluyoruz? Kendimize daha iyi kapılar açabilecekken konfor alanımıza mı hapsoluyoruz? Sonra mutsuzluk, umutsuzluk ve şikâyet sarmalına doğru mu sürükleniyoruz? Tam da bu esnada, vizyonumuzu hayata geçirmek için üzerine çalışmaya başladığımız stratejiler, yol haritaları ve projelere ne oluyor? Ben söyleyeyim.Kendileri için ayrılmış klasörlerde, ileride bizden işi devralacak kişi tarafından keşfedilmeyi bekliyor…Aslında geleceğimiz için çabaladığımızı ve birtakım şeylere katlandığımızı düşünürken vasatlığın iktidarına kapılıp gelecekten vazgeçiyoruz. Çok acı, değil mi? Peki ne yapmalı? Hem kişisel anlamda hem de kariyerinizde gelişmeyi hayatınızın bir parçası hâline getirin. Meraklı olun, araştırın, dünyayı takip edin. Hem işinizle hem de kendi hayatınızla ilgili bir vizyonunuz olsun. Bu vizyonun ışığıyla yol haritası oluşturun. Bu vizyonu bir statüye veya maddi şeylere sahip olmanın ötesinde, gelecekte kim olmak istediğiniz üzerinden tanımlayın. Çok sevdiğim bir yöneticimin ifadesiyle, “-saydı” diye başlayan cümleler kurmaya yol açan değil bir şeylere rağmen harekete geçmeye odaklanan bakış açısını benimseyin. Yani “Koşullar şöyle olsaydı, bunu yapabilirdim.” şeklinde neden yapamayacağınıza dair sebepler bulmaya odaklanmayın. Bunun yerine kendinize “Elimdeki koşullar bu. Madem öyle vizyonumun bana çizdiği hedefe ulaşmak için neler yapabilirim?” diye sorun.” derdi. Ben de size diyorum ki:İşinize ve hayatınıza “-mış gibi yapma” odağıyla değil içinize sinen, etki yaratacağına inandığınız bir bakış açısıyla yaklaşın. Gerçek vizyonunuzla çizdiğiniz yoldaki büyük hamleleri atmaya çalışın ve risk almaktan korkmayın. Belirlediğiniz vizyonu düzenli aralıklarla kendinize hatırlatın ve durum değerlendirmesi yapın. Böylece hem kendinize güveniniz pekişecek hem de hayallerinize ulaşmak için önünüzde çeşitli yollar olduğunun farkına varacaksınız.Vasatlığın iktidarında kendinizden vazgeçmeyi mi yoksa vizyonunuzu takip ederek yeni bir dünya yaratmayı mı tercih edersiniz? Seçim sizin.Köşe yazarları tarafından burada paylaşılan görüşler, incturkiye.com’a değil, yazara aittir.Çok daha fazlası için Inc. Türkiye bültenlerine kaydolun.